Barselona, Barselona

Woody Allen; “Match Point”, “Cassandra’s Dream” gibi farklı denemelerden sonra yeniden alıştığımız tarzına geri dönüş yapıyor. Çağını ve çağının ilişki anlayışını çok iyi gözlemlemiş usta, son filmi “Barselona Barselona” ile tam anlamıyla kadın-erkek ilişkileri ile kafa buluyor. Allen’in kabare sevgisinin bir yansıması olan film, bu yönüyle filme nostaljik bir hava da katıyor. Muhteşem espri anlayışı ise yine her zamanki gibi doruk noktasında. Hem Amerikalılar hem de Avrupalılar komik zaafları ile “Allen”in oklarına hedef olmuş durumdalar. Yönetmenin biricik oyuncusu “Scarlett Johansson” ise yine başrollerde. Ancak “Javier Bardem” ve yönetmenin yeni gözdesi olacağı sinyalini veren “Peolepe Cruz” harika bir oyun çıkarmışlar.

“Woody Allen” ilişkiler konusunda artık epeyce uzmanlaşmış görünüyor. Bu tespiti Allen için yapmak şaşırtıcı elbet çünkü onun kadınlarla ve genel anlamda ilişkilerle hep derdi olmuştu. Ama bu dert onu bilmeden de olsa ilişkiler konusunda tam bir uzmana dönüştürdü sanıyorum. Çünkü günümüz insanın aşk mevzuları, bu kadar gerçekçi ve aynı zamanda bu kadar absürd başka şekilde anlatılamazdı… Filmde size bu kadarı olmaz dedirten birçok sahne var ama bu sadece kendimize söylediğimiz kocaman bir yalan galiba.

Alışık olduğumuz iki arkadaş tiplemesi ile başlıyor film. “Cristina”; uçarı, saf, gününü yaşayan kız rolünde. “Vicky” ise evlenmek üzre, çılgınlıklara pek açık olmayan, ne istediğini bilen bir kız görünümünde. “Vicky” toplumunun geneline hitap eden bir karakter. Çünkü çok az insan “Cristina” gibi olduğunu kabûl eder. İşte bu yönüyle de “Vicky” günümüz kadına tam bir boy aynası! Hani zor kadın olduğunu iddia eden ama aslında en kolay olan kadınların resmi.

Bir de her ne kadar “batı toplumu”nun artık zıvanadan çıkmış ilişki anlayışına parmak basıyor gibi görünse de aslında “doğudakiler” için de durumun çok farklı olduğunu sanmıyorum ben. En azından kendi ülkemde bol miktarda “Vicky “ve “Cristina” görüyorum. “Penolepe Cruz” ve “Javier Bardem” ise alışık olduğumuz türden insanlar değil. İkisi de hayatı fena halde uçlarda yaşıyorlar. Defalarca ayrılmalarına rağmen bir türlü birbirlerinden kopamamışlar.

Filmde yaşanan ilişkiler sizin ilişki anlayışınıza çok farklı gelebilir. Ama eminim herkes filmin bir ucundan kendi hayatına dair bir parça bulacaktır. Ayrıca filmde görülmeye değer harika görüntülerin yanısıra duyulmaya ve dinlenmeye değer harika bir de şarkı bulunuyor. Umarım “Woody Allen” kendisinin de ifade ettiği gibi ölümsüzlüğe eserleriyle değil, ölmeyerek ulaşır. Biz de onun tadına doyum olmaz filmlerini izlemekten mahrum olmayız. Vakit kaybetmeden “Barselona, Barselona”nın yolunu tutun ve kendinizi bu muhteşem sinemasal zevkten mahrum etmeyin.

Hazır konusu gelmişken “İsmail Ertürk” ile yaptığımız Woody Allen tespitini yad etmekte fayda var. Kişisel düşüncem ise “Woody Allen” konusunda sevgili yazar “İsmail Ertürk”e katılmıyor oluşum. Bakalım siz ne düşüneceksiniz?

Woody Allen’i neden beğenmiyorsunuz?

Hepimizin sevdiği, seçtiği yönetmenler vardır. Allen benim için onların arasında değil. Federico Fellini de Pier Paolo Pasolini’nin iyi bir yönetmen olmadığına inanır. Sırf bu yüzden Pasolini’yi sinema tarihinden çıkartıp atamayız. Öncelikle Woody Allen’in şu bakımdan hakkını vermek lâzım; New York’ta, Hollywood sistemi dışında başarılı olmuş bir yönetmen. Bu çok önemli. Hem sinema yapış biçimi hem de tüm set ekibiyle olan sıcak ilişkisi açısından önemli bir yönetmen. Hollywood’da kuramayacağınız ilişkiler bunlar. Amerika’da düşündüren film yapmak da zor. Onu da yapıyor. Ama onun konuları, beni çekmiyor. Yani iki filmini izledikten sonra üçüncü filminde fazla bir şey bulamadığım bir yönetmen. Godard’ın bir lâfı var ve ben ona tapıyorum: “Psikanaliste giden bir adamdan yönetmen çıkmaz.” (gülerek)

“Allen, Harlem ve Bronx’daki kadınlardan cinsellik dersi alsaydı, ruh çözüm seanslarına gitmekten kurtulur ve belki de film yapmaktan vazgeçerdi” diyorsunuz…

Allen’i Amerika dışında izlediğiniz zaman, onun New York’u temsil ettiğini düşünüyorsunuz. Ben bu durumu Sex and the City’e benzetiyorum. Manhattan’da oturan 4 tane güzel, beyaz kadını anlatıyor. New York’ta Latin, Zenci kadınlarda var. Onların cinsellik anlayışı çok farklı. Biliyoruz ki Allen için cinsellik önemli. Ama Allen’in, Bronx ve Harlem’deki cinselliği atlaması önemli bir eksiklik.

(12 Ocak 2009)

Gizem Ertürk

Altyazı, 2009’a “Pandora’nın Kutusu”yla Giriyor

Altyazı Aylık Sinema Dergisi, 2009 yılının ilk sayısında Yeşim Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu’nu kapağına taşıyor. Vizyon sayfalarında bu ay Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi’nin ikinci halkası olan Süt üzerine bir analiz yazısı ve yönetmen ile gerçekleştirilmiş bir söyleşi yer alıyor. Derginin vizyon sayfalarında ayrıca, Barselona Barselona, Sınıf ve Baz Luhrmann’ın Avustralya adlı filmleriye ilgili yazılar var. Derginin Eleştiri sayfalarında ise, Sınıf, Dünyanın Durduğu Gün, Rec: Ölüm Çığlığı, Karantina ve Coen Kardeşler’in son filmi Aramızda Casus Var’ı değerlendiren yazıları bulabilirsiniz.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Altyazı, 2009’a “Pandora’nın Kutusu”yla Giriyor yazısına devam et