11’e 10 Kala

Yıllar önce Erhan Bener’den ilk okuduğum kitap, Kedi ve Ölüm (Ara Kapı) Türkçe’den önce Fransızca yayınlanmış, sonra Varlık Yayınları’nda kendi dilinde okuyucuya ulaşmıştı. Sonradan Bener’den başka kitaplar da okudum ve iki kitabı Böcek (Ümit Elçi) ve Ölü Bir Deniz (Atıf Yılmaz) sinemaya da uyarlandı. Okuduğum kitaplar aynı zamanda -okurken çektiğim- seyrettiğim filmlerdirde ama Kedi ve Ölüm için çektiğim film, hâlâ kurgusu bitmemiş bir filmdir. Aradan bunca yıl geçtikten sonra, Kedi ve Ölüm’ün sinema versiyonunu hâlâ merak ederken, daha doğrusu 11’e 10 Kala’yı seyrettikten sonra yeniden hatırlayınca, onu orada bıraktım ve Esmer’in filmini düşünmeye başladım. “Nasıl bir film” değil, “nasıl bir sinema?” Tamam, belgesel’den gelme ama böyle bir film nasıl düşünülür ve de yapılır. Buna fazla şaşmamak gerekir, son yıllarda -bir süredir devam ediyor bu- öyle filmler yaptılar ki yönetmenlerimiz, yıllarca belirli şablon filmlere alışmış seyircimizi iyice şaşırtıyorlar. Şimdi bu da doğru değil, o eski filmleri seyretmeye alışmış (=şartlandırılmış) seyirci bu filmleri seyretmiyor zaten, bu filmler yeni oluşan seyirci kuşağı için. Bir çoğu, yabancı film ağırlıklı çeşitli festivallerde seyrettikleri filmlerle bu tip filmlere aşina. Onun için (Cuma günü akşamı saat 18:30’da 15 kişiye yaklaşan bir seyirci ile seyrettim filmi. Benzer bir takım filmleri tek başıma seyrettiğimde oldu) bu filmler kısıtlıda olsa bir seyirciye ulaşabiliyor, ulaşmalı da. Yukarıdaki soruyu bir daha soruyorum, “’11’e 10 Kala’ nasıl bir sinema? Sinema mı? Evet sinema. Sinemamız bir “öykü anlatma” sinemasıdır. Bu nedenle, seyirci -buna alıştırıldığı- için olayların nasıl olduğu önemlidir ama sinema olayların nasıl olduğu değil nasıl anlatıldığı -olduğu- için, 11’e 10 Kala, sinemamızın anladığı mânâda klâsik bir öykü anlatmasa da, bir sinema’dır. Klâsik mânâda bir öykü anlatmasa da, birçok öykü anlatmaktadır, üstelik bunların bir kısmını görsel olarak anlatmaktadır. Mithat bey, köprüaltındaki geçitlerden geçerek, Karaköy’de, çarşılarda müdavimi olduğu yerlere uğrayarak, uzun zamandır ele geçiremediği İstanbul Ansiklopedisi’nin (Reşat Ekrem Koçu) 11. cildini soruştururken, manyetolu el fenerleri için pazarlık yaparken, yemek yediği ev yemekleri restoranında yediği “ekmeğin etiketini” alıp ayırılırken (restoran sahibi, Ali ile Mithat Bey’e başka etiketler de yollar), geri kalan zamanını geçirdiği evine dönerken, evinin önünde yapılmakta olan inşaatı seyrederken, giderek monotonlaşan günlerini yaşarken, görüntüye dayanan bir anlatımla anlatılır. Bu anlatımlar monoton bir şekilde yinelenir ve bir çıkışı yoktur, yarın da devam edecektir. Mithat Bey bir koleksiyoncu olarak sadece biriktirir. Bunu inatla sürdürürken, Esmer de sinemasını bu inatla sürdürmede kapalı tutar. Anlatılan ikinci öykü ise Ali’nin öyküsüdür. Emniyet Apt. (No: 2), yakın çevresi, apartman görevlisi odası ve “ekmek, gazete” verilen daire kapıları ile kısıtlı bu çevre Ali için yeterlidir. Biraz da apartman yöneticisinin kısıtlaması ile bu çevre dışına çıkmak istemez, ayrıca yakın çevre dışınıda bilmemektedir. Mithat Bey’in ısrarı ile bu çevre dışına çıkacak olan Ali, bir kısım işlerin sonunda, her zaman oturduğu aparman önündeki sandalyeden başka bir yerde, deniz kenarında bir kahvehanede oturup çay içecektir önce. İkinci, üçüncü seferden sonra bir café’de bu kez bira içilecektir. Bu süreç içinde apartman görevlisi dairesinde oturması bile değişecektir. Karaköy’de, Eminönü’ne nasıl gidileceğini sorarak tramvaya binen -daha öncede gemiye binmiş- Ali, Mithat Bey için dolaşırken, bilmeden saptığı sokaklarda dolaşırken, uzun süredir oturduğu bodrum katına nazaran daha yukarlarda olan bir daire kiralayacaktır. Girip çıktığı yerlerde gördüğü şeylere çekinerek yaklaşırken zaman içinde buralardan iş talep etmeye, hatta kitabın (11. cilt) fiyatında indirip yapmayan sahafta, el çabukluğu ile ansiklopediyi bile -çaktırmadan- torbasına atacaktır. Ali, Mithat Bey’in dairesine sığmadığı için bodruma indirdiği kolilerin içindeki malları, önce kontrol ederek, sonra da -araklayarak- pazarlamaya başlayarak, görünüşünü de değiştirecektir, Mithat Bey’den öğrendiği pazarlık yöntemleri ile küçük kızına “oyuncak” bile alacaktır. Ali’nin bu açılımı filmin en hareketli (yoksa “ateşli” mi demeliyim?) kısmını oluşturur ama bu anlatıma yedirilmiş bir şekilde hiç bir zaman diğer olayların önüne geçmez, değişim Ali’nin bizzat kendisindedir. Öyküye kısa bir süre giren Mithat Bey’in yeğeni Ömer ise, evde yığılı kitapları, birlikte iş yapmayı düşündüğü sahaf arkadaşı aracılığı ile değerlendirme düşüncesine -daha- kapıdan girer girmez karar verir ama, Mithat Bey’i ikna edemez. (Eline aldığı votkanın kapağını açarak da, bir koleksiyonu bozar) Apartman, diğer sakinleri tarafından deprem endişesi ile yıkılmak için boşaltılma durumuna gelmişken Mithat Bey binadan çıkmamayı, hatta bodrumda nemlenmeye başlamış koliler içindeki eşyanın bir kısmını, dairesini boşaltacak komşulardan birinin dairesine koymayı düşünmektedir. Bitişik kapı komşusu -daha çok- hırsıza karşı kapısını çelik kapıya değiştirmişken, Mithat Bey bu konuda da binasına sadık kalarak kapısını değiştirmemiştir. Fakat özellikle dairesinde yıllardır biriktirdiği her türlü şeye sadık kalan, tam bir koleksiyoncu olan Mithat Bey, düşüncesine uygun olarak bunları kesinlikle satmayı düşünmemektedir ama hiç bir değerlendirme de yapmamaktadır. Artık eşya arasında yürümenin giderek zorlaştığı, belediyecilerin, Mithat Bey tarafından kesinlikle kabûl edilmeyen, çöp ev ve yangın uyarılarına rağmen, eşya arasında yaptığı özel yerine oturup, sigarasını içen Mithat Bey’in sadece biriktiren biri olması, biriktirdiklerinin eksiklerini tamamlamak gayretinin yanında, biriktirilmiş şeyleri tasnif etmek gibi bir gayreti hiç yoktur. Hatta yeğenin bulup çıkardığı çanta içindeki pul albümlerini bile uzun zamandır aramasına rağmen -günde kaç defa önünden geçiyor oysa- bulamamaktadır. Bu, karısının bile terk etmesine neden olan biriktirme merakı Mithat Bey’de tek bacak (topal) bir tutku halini almıştır. (Tedavisi -bu yaştan sonra- yoktur.)

Esmer, Mithat Bey’in dairesindeki sahnelerde, belgeselci tavrını daha çok kullanma olanağını bulmuş, fakat bir kitaplığın filmini yapmadığının farkında. Yukarıdaki komşudan damlayan suların varlığı daire için, Mithat Bey için tek problem olurken, yönetici için problem her yere yığılmış gazete ve kitap ve diğer eşyadır. Harici sahnelerde Esmer kamerasını -doğal olarak- daha hareketli kullanıyor; Ali’nin değişiminin filmin bir başka “hareketli ortamı” olduğuna yukarıda değinmiştim. Mithat Bey bir koleksiyoncu olarak bodrumdaki kolilerin açıldığının ve içindekilerde eksilmelerin olduğunun farkına varmasına rağmen, bir tepki göstermeyerek, artık yolun sonuna vardığının farkındadır, yaşar gibi oynar. Yeğeni Ömer, sahaf, lokantacı kadın, kısa rolleri ile Mithat Bey’in yaşamındaki yerlerini alırlarken, sadece lokantacı kadının özeline değiniliyor. Ali (Nejat İşler) ise kişilik değişimine uğrarken, vücudu, duruşu, yürüyüşü ile değişikliği yansıtarak, oyunculuk olarak diğerlerine fark atıyor.

11’e 10 Kala, sinemamızda son yıllarda -gerek konusu, gerek sineması bakımından- bir çok örneği görülen filmler arasında en ilginçlerinden birisi. Uzun bir süre aranılan bir kitabın bulunması ile -ama ne bulunma- bizim için bitiyor. Esmer’in olayı izlemesi (kaydetmesi) buraya kadar. Artık Mithat Bey kendinden başka kimsenin bulunmadığı binada tek başına. Artık iş peşinde koşturacak Ali de yok. İstanbul Ansiklopedisi tamamlanıyor. Artık Mithat Bey’in peşinde olduğu bir amacıda yok. Sadece gündelik gazeteler alınacaktır, hem de iki nüsha.

(04 Ekim 2009)

Orhan Ünser