13 Kasım 2009 Haftası

“2012”de kopan kıyametin çıkış noktası, Maya takviminin bu yıl itibariyle sona ermesi; bilimsel olarak da gezegenlerin aynı hizaya gelip güneş aktivitesinin yükselmesi ve dünya kabuğunun yer değiştirmesine neden olması. Sinemada teknoloji çıtasını belli aralıklarla yükselten birkaç isimden biri olan Roland Emmerich, kentlerin yok olmasına neden olan depremler, yanardağ patlamaları, dev dalgaların başrollerde olduğu sahnelerde, izleyenin yüzüne şaşkınlıkla karışık bir hayranlık ifadesi yerleştiriyor. Fakat… Hem argümanları zayıf, hem de barındırdığı insan öykücükleri klişe bir film bu. “Tehlikede kalan ve son saniyede kurtulan insanlar”ı o denli sık kullanıyor ki, sıkıcılık tuzağına düşüyor. Kendi adıma, bittikten sonra arzuladığım, sadece müthiş felâket sahnelerinin arka arkaya montajlandığı bir versiyonu yeniden seyretmekti.

“Bornova Bornova”, darbe ile ardından bastıran -tamamen para endeksli- serbestliğin, Türkiye’nin genç insanlarını, hayattan kopuk ve tehlikeli nasıl apolitik birer ‘şey’e dönüştürdüğünü, usulca ama etkin şekilde örnekliyor. Diyalog yoğun filmi, neden sinema ekranında izlemem gerektiğini bilemiyorum fakat evde, dvd oynatıcıda geri-ileri alarak çok keyifle izleyeceğime eminim.

“The Watercolor – Suluboya”, el emeği ve bilgisayar teknolojisini sabır kozasında birleştiren karikatürist Cihat Hazardağlı’nın ortaya çıkarttığı rengârenk bir kelebek. Resim kâğıdı dokusunu aynen hissettiren dijital görüntülerde yer alan plânlardaki suluboya tabloların içine girerek izlediğiniz, sanata, aşka, büyümeye dair evrensel bir öykü. Doğaldır ki, su kenti Venedik’te geçiyor. Oyuncuların tümü de bir suluboya tablonun saflığına yakışır biçimde oynamış. Sinemamız için bir ilk olan “Suluboya”, yaratıcı, estetik, insanın içini ılık duygularla dolduran bir güzellik.

“Turnuva”, aklın sınırlarını zorlayan insan kötülüğünün bu son zirvesinde, tümü -neyse ki- profesyonel olan otuz katilin birbirlerini en vahşi yöntemlerle öldürme oyunu ve bu eğlenceyi genel / özel kameralarla izleyip üzerlerine bahis oynayan çok zenginlere verilen hizmet (!) tanıtılıyor. Yönetmen, vicdanı temsil eden alkolik bir rahibi hikâyeye karıştırıp, bu karakter sayesinde, en vahşi katilin bile içinde ahlâki kırıntılar kalmış olabileceği umudunu taşısa da, esasen, tavizsiz şiddet ve sıkı aksiyonun sunulduğu bir seyirliğe imza atmış; ilk saniyelerden başlayarak hiç duraksamadığını söylemek mümkün.

(11 Kasım 2009)

Ali Ulvi Uyanık

aliuyanik@superonline.com

10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, İzmir’lilerin Yoğun İlgisiyle Sürüyor

10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, Yaşar Üniversitesi ve İzmir Türk – Amerikan Derneği Salonu’nda yapılan etkinlik ve gösterimlerle sürüyor. Yaşar Üniversitesi’nde Ayşe Teker ve İrem Altuğ, senaristlik ve oyunculuk deneyimlerini kısa film severlere aktardılar. İzmir Türk – Amerikan Derneği Salonu’nda başlayan gösterimlerde ise Territory, La Boya, Nino Balcoon, Yarın O Zaman ve Tamirci Çırağı adlı filmlerin gösteriminden sonra yapılan söyleşiye Yarın O Zaman filminin yönetmeni Aytuna Tosunoğlu ve Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölüm Başkanı Cenk Demirkıran katıldı.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, İzmir’lilerin Yoğun İlgisiyle Sürüyor yazısına devam et
  • Adam Fawer, Kanal 24 Sanat Takibi’nde

    Olasılıksız ve Empati kitaplarının yazarı Adam Fawer, Kanal 24 Sanat Takibi’ne konuk oluyor. Kitaplarının filme alınması hakkında ne düşündüğünden ilham kaynağına kadar tüm merak edilen soruların cevabı Kanal 24 Sanat Takibi’nde. Merve Genç’in hazırlyıp sunduğu, Ediz Gülten’in yönettiği Sanat Takibi, 04 Kasım Çarşamba, 20:20’de Kanal 24′te.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Adam Fawer, Kanal 24 Sanat Takibi’nde yazısına devam et
  • 10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Başladı

    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali, dün akşam İzmir Türk – Amerikan Derneği Salonu’nda yapılan açılış töreni ile başladı.
    Festival başkanı Kayhan Kırmızıgül, Program yönetmeni Tuna Yılmaz ve yönetmen Sinan Çetin’in yaptığı konuşmalardan sonra Oscar ödüllü Marion Cotillar’ın başrolünü oynadığı ve dünyanın en önemli moda evlerinden olan Christian Dior için çekilen Lady Noire Affair adlı yapım gösterildi.
    Filmden sonra İzmir’in simge modacısı Ertan Kayıtken’in Kırmızı Halı (Red Carpet) isimli özel gösterisi Uğurhan Akdeniz’in koreografisiyle sunuldu.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    10. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Başladı yazısına devam et
  • Paradoks Film Akademisi Atölyeleri 14 Kasım’da Başlıyor

    Metin Gönen’in hazırlayıp yönettiği sinema atölyeleri 14 Kasım’da Kadıköy-Öteki Kültür Sanat’ta başlıyor. Atölyeler, sinematografik anlatımın ve dramaturji tekniklerinin öğretileceği Senaryo Yazarlığı Atölyesi; bir film yapmanın tüm aşamalarının somut olarak öğretileceği komple bir Temel Sinema Eğitimi Atölyesi ve Kamera Önü Oyunculuk Atölyesi’nden oluşuyor. Dört aylık atölyeler, fikirlerini somut bir filme dönüştürmeyi arzulayan tüm sinemaseverlere, senaryo yazarı ve oyuncu adaylarına yönelik hazırlandı.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Paradoks Film Akademisi Atölyeleri 14 Kasım’da Başlıyor yazısına devam et
  • Beyond Belonging: Almancı, Tekrar Ballhaus Naunynstraße’de

    Beyond Belonging: Almancı!’nın Haziran 2009 İstanbul turnesinden sonra, festivalin dördüncü ayağı, göçe ilişkin başka hikâyeleri de araştırmak, bunları anlatmak ve sergilemek için tekrar Ballhaus Naunynstraße’ye uzanıyor. Evi Aramak (Calling Home) başlığı altındaki filmler memleketin neresi olabileceğini inceliyor. Memleketin, büyük olasılıkla telefonun diğer ucundaki bir yer olduğunu anlatıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Dünya Yerle Bir Olurken

    2012
    Yönetmen: Roland Emmerich
    Senaryo: Roland Emmerich, Harald Kloser
    Müzik: Harald Kloser, Thomas Wanker
    Görüntü: Dean Semler
    Kurgu: David Brenner-Peter S. Elliot
    Oyuncular: John Cusack (Jackson), Amanda Peet (Kate), Chiwetel Ejiofor (Adrian), Thandie Newton (Laura), Oliver Platt (Carl), Woody Harrelson (Charlie), Danny Glover (Başkan Wilson), Liam James (Noah), Morgan Lily (Lilly), Thomas McCarthy (Gordon), Zlatko Buric (Karpov)
    Yapım: Columbia (2009)

    Maya uygarlığının takviminden yola çıkan Roland Emmerich’in “2012” mahşer bilimkurgusu, aslında küresel ısınma yüzünden insanlığa uzak bir mahşer değil. Emmerich, mahşeri yaşatırken, filminde hikâyeler de anlatıyor.

    Maya uygarlığının takviminden yola çıkan “2012” bilimkurgu filmi, sinema perdesinde çok etkileyici mahşer görüntüleri yaratıyor. 1955 yılında Stuttgart’ta doğan Alman yönetmen Roland Emmerich’in 2004 yapımı “The Day After Tomorrow-Yarından Sonra” bilimkurgusunu görenler, “2012”den de etkilenecekler. Maya uygarlığı, M. Ö. 600’de yükselişe geçmiş, M. S. 250-600 arasında klâsik dönemini yaşamış, M. S. 900’e dek uygarlığı geniş bir alana yayılmış ve Kristof Kolomb’un işgâliyle sonları gelmiş. Maya uygarlığı astronomi, matematik, mimari ve sanat alanlarında çok gelişmişler. Mayalar, “güneş takvimi” kullanıyorlardı ve bizim kullandığımız “Gregoryen” takvime yakındı. Yılı 365,2422 gün olarak hesaplamışlar. Bizim kullandığımız takvimse 365,2420 gün. Arada sadece 17 saniye var. Mayalar, güneşten kaynaklanan manyetik değişiklikleri de hesaplamışlar. İşte bu hesaplamalar, Aralık 2012’yi gösteriyor. Elbette, filmde de gösterildiği gibi mahşer dünyayı ve içindekileri tümden yok etmiyor. Maya inanışına göre de öyle. Kıtalar kayacak ve yeni uygarlıklar oluşacak. Dünyanın tepesi Himalayalar değil, Afrika olacak. Ama, bunlar olurken dünya gerçek bir mahşeri yaşayacak. Yerler yarılacak ve her şey çökecek. Oynanuslar yükselecek. Tsunamiler oluşacak. “Tsunami”, Japonca “liman dalgası” anlamına geliyor ve “sunami” diye de okunuyor. Okyanus, “dünyanın tepesi” Himayalar’ı bile yutuyor. Ama, bu mahşerde de “Nuh’un Gemisi” olacak.

    Güneşten gelen felâket…

    Film, 2009 yılında Hindistan’da açılıyor. Jeolog Adrian Helmsley Hindistan’a gidiyor. Bakır madenlerini kontrol ederken jeolojik değişimlerin farkına varılıyor. Güneşteki patlamalar dünyayı etkilemeye başlıyor. Elbette Maya takvimi akla geliyor hemen. Bu takvimde, güneşteki değişimler hesaplanarak 21 Aralık 2012’de dünyanın sonu geleceği hesaplanmış. Film, bu takvimin mahşerini yaratıyor perdede. Filmde küresel ısınmaya dair bir şeyler söylenmiyor. Bir ihtimalden yola çıkılıyor. Astronomide ve matematikte ileri bir uygarlığın hesapları ya doğru çıkarsa? İşte film bu korkudan yola çıkarak küresel felâketi perdeden yansıtıyor. Özel efektler, öncelikle bilgisayarla oluşturulan atmosferler yer yer insanı o mahşerin içine alıyor. Depremlerle oluşan sarsıntılar, yükselen denizler, tsunamiler ve birçok şey. Bunlar olurken elbette filmde hikâyeler de var. En öndeki hikâye de Curtis ailesinin. Kitapları çok satmayan yazar Jackson Curtis, pek para kazanamadığı için bir Rus milyarder Yuri Karpov’un lumizin şoförlüğünü yapıyor. Yazmaya çok yoğunlaştığı için karısı Kate’i bile kendinden uzaklaştırmayı başarmış Jackson. Kate, Gordon Silberman’la yaşıyor artık. Jackson’ın oğlu ve kızı, Noah ve Lilly baba figürü olarak Gordon’ı yakınlarında görüyorlar. Ama, küresel felâket gerçek babaya yaklaştırıyor çocukları. Başkalarının da hikâyeleri yansıyor filmde. Jeolog ve başkanın yeni bilimsel danışmanı Adrian Helmsley ve başkanın kızı Laura Wilson’ın da hikâyeleri öne çıkıyor filmde. Hangi felâket olursa olsun sonunda kazanan daima aile ve aşk oluyor. İşte bütün bunlar filmdeki melodramı çoğaltıyor ve dünyanın trajedisinin içinde insani duyguları yansıtıyor. Yönetmen Emmerich’in kültürel genlerinden gelen karamsarlık da hissediliyor filmde. Her ne kadar finalde umut olsa da. Bu filmde bir şey daha fark ediliyor: Dünya yerle bir olsa da paran varsa kurtulursun… Yönetmen bu adaletsizliğe eleştiri de getirmiş. Filmde, Fritz Lang ustanın ruhuna da dokunuyorsunuz. Filmde, Çin’de inşası süren devasa gemide çalışan binlerce insanı görünce ustanın 1927 yapımı “Metropolis” bilimkurgusunu hatırlıyorsunuz. Hem görsellik hem de içerik anlamında. Emmerich, bu filminde bir şeyi daha unutmamış. Tsunami, Amerikan ordusuna ait John F. Kennedy savaş gemisini Beyaz Saray’ın üzerine bırakıyor. 1963 yılında suikasta giden Kennedy, Amerika’nın 35. başkanıydı. Filmde unutulmaz bir karakter de var. Woody Harrelson’ın hayat verdiği Charlie Frost, Montana ve Idoha eyaletleri arasında kalmış Yellowstone’daki ulusal parkta insanlığı uyandırmaya çabalayan Yunan mitolojisinden düşmüş bir Cassandra sanki. Charlie’nin varlığıyla seyirci bir an “Cassandra Sendromu”nu da yaşıyor. Yellowstone’un altında bir yanardağ var. Çok geçmeden o yanardağ patlıyor ve felâket daha da hızlanıyor. Filmde, küresel felâket her yere dokunuyor, ama sadece bir yere dokunmaya gücü yetmiyor. Orası da Müslümanların yoğun yaşadığı topraklar elbette. Yönetmen de zaten itiraf etmişti. Filmdeki İslâmofobi kendini iyiden iyiye hissettirmiş.

    (11 Kasım 2009)

    Ali Erden

    sinerden@hotmail.com

    Kız Kardeşim – Mommo, Mumbai Film Festivali’ni Açacak

    Atalay Taşdiken’in, 8 uluslararası, 3 ulusal ödüle sahip filmi Kız Kardeşim – Mommo, başarılarına bir başarı daha ekleyerek 06 Kasım’da başlayacak olan Hindistan Mumbai Uluslararası Çocuk Film Festivali’nin açılış filmi oldu. Her yıl açılışını kült bir filmle yapmayı gelenek haline getiren Mumbai Film Festivali, bu seçimi ile açılışını ilk kez bir Türk filmi ile yapmış olacak. Festivalde filmin senaryo yazarı ve yönetmenliğini üstlenen Atalay Taşdiken ve Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdür Yardımcısı Hüseyin Ülger açılışta Hintli sinemaseverler ile buluşacak.