Bal’ın Tadı

Konuyu kısaca özetleyip hızla “Bal”ın bende bıraktığı tada geçme niyetindeyim… Kahramanımız Yusuf, Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinde, ilkokul 2. sınıfta okuyan ve ciddi anlamda iletişim problemleri yaşayan, aynı zamanda kekeme bir çocuk… İletişim kurabildiği tek kişiyse babası Yakup… Karakovan balcılığı ile uğraşan babasının, soyu tükenmekte olan Kafkas arılarının -aynı zamanda yok olmak üzere olan bir mesleğin de son demleri- peşinden uzak bir ormana gidişi, Yusuf’u iyiden iyiye yalnızlığa itiyor. Ve “Yumurta”da tanıştığımız, “Süt”te çözmeye çalıştığımız Yusuf’u, “Bal”da tam anlamıyla keşfetmeye başlıyoruz.

Sanırım şunu kabûl etmek gerekiyor; Semih Kaplanoğlu filmi izlemek zor zanaat… Her şeye çok hızlı bir şekilde ulaşmaya ve tüketmeye endekslendiğimiz şu dönemde, hiç kimsenin herhangi bir şeyi sabırla beklemeye vakti yok… Şimşeğin çakmasını, yağmurun yağmasını, güneşin doğmasını beklemeye sabrımız yok… Tüm bu tüketim çılgınlığının ve şehir hayatının bitip tükenmek bilmeyen hızının orta yerinde, kendinizi her şeyden soyutlamak için çaba göstermeniz gerekiyor. “Bal”ı izlemek için vereceğiniz bu çabanın boşa gitmeyeceği ise garanti… Çok çok istediğiniz bir şeye ulaşmak için verdiğiniz emeği ve sonucunda aldığınız hazzı hatırlayın. İşte “Bal”ı izlemek böyle bir şey… Ağzınıza çalınmış bir parmak bal tadıyla kalakalıyorsunuz işte…

Bir de Karadeniz’in büyülü atmosferi, Kaplanoğlu’nun kendine has yaratıcılığı ile birleşince, sanki daha önce hiç var olmamış bir yeri keşfediyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Bu yüzden “Bal” zamanın çok ötesinde, belki de çok gerisinde, bilinmeyen bir bölgede duruyor…

Filmin her dakikasında hissetiğiniz çok güçlü bir yönetim dışında; renkler, sesler her şey doğal ve gerçek… Çünkü zaten yapay ne ses var ne de ışık… Sesler; kuş, rüzgâr ve yağmur seslerinden ibaret… Işık; ayın karanlığı, güneşin aydınlığıyla sınırlı…

Ayrıca Semih Kaplanoğlu’nun çekimler sırasında farkettiği önemli bir noktayı da tekrarlamak istiyorum; Kaplanoğlu; su kaynaklarının, dere ve nehirlerin santral yapma sevdası uğruna yok edildiğine tanıklık ettiğini söylüyor. Kısa bir süre içinde bir şeyler yapılmazsa, artık filmlerde bile kaçıp saklanabileceğimiz bir yer kalmayacak… Bir de küçük öneri, “Bal”ı zihninizin en taze olduğu bir zamanda ve bir çocuk merakıyla izleyin. O zaman gördükleriniz sizi gerçekten büyüleyecektir…

(08 Nisan 2010)

Gizem Ertürk

“Bal’ın Tadı” üzerine 2 yorum

  1. Çok güzel bir yazı olmuş, filmi hemen izlemek istedim. 🙂

  2. Gerçekten de bal tadında bir filmdi. 🙂 Tavsiyeniz için teşekkür ederim.

Yorumlar kapalı.