Bir Zamanlar Anadolu, Cannes Film Festivali Büyük Ödülü Altın Palmiye Adaylığını Elde Etmek Üzere!

Cannes 1939’dan bu yana dünyanın bir numaralı festivali, daha önemlisi yok! Bu festivalin ana vitrininde bugüne kadar Türk sineması Yılmaz Güney – Şerif Gören ve Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri haricinde ne yazık ki yer alamadı.

Türk asıllı İtalyan yönetmen Ferzan Özpetek bile Türk medyasında ne kadar şişirilirse şişirilsin Cannes’da kendisine bugüne kadar yer bulamadı.

11 – 22 Mayıs 2011 tarihleri arasında düzenlenecek olan Cannes Film Festivali bu yıl Woody Allen’ın 41. Uzun metrajlı filmi “Midnight in Paris” adlı filmiyle açılacak. ”Annie Hall” ve “Hannah ve Kızkardeşleri”yle üç Oscar ödülü sahibi Woody Allen’ın bu yeni filmi Cannes’da yarışma dışı olarak gösterilecek.

Türk Sineması ise bu sıralar, Nisan 2011 ortasında açıklanacak olan Cannes Film Festivali büyük ödülü Altın Palmiye’nin adaylarını bekliyor. Bu satırlar yazıldığında, Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”su Altın Palmiye adaylığına çok yakındı.

“Yol”dan Başka Altın Palmiye’yi Kazanan Filmimiz Bulunmuyor!

1939 yılından bugüne Cannes Film Festivali büyük ödülü Altın Palmiye’yi kazanan ilk ve tek filmimiz Şerif Gören’in yönettiği “Yol” olmuştu. 1982 Cannes Film Festivali’nde gösterilen “Yol”un senaryosunu Yılmaz Güney yazmış, baş rolünü Tarık Akan üstlenmişti. “Yol” Kuzey Amerika’da Altın Küre Ödülü’ne de Yabancı Film Dalında aday gösterilme başarısını kazanan ilk ve tek filmimizdir.

Yine 1939’dan bu yana Altın Palmiye adaylığı elde edebilen diğer filmlerimiz de şunlar: Yılmaz Güney’in “Duvar”ı (1983), Nuri Bilge Ceylan’ın üç filmi –“Uzak” (2003), ”İklimler” (2006), “Üç Maymun” (2008)- ve Türk asılllı Alman yönetmen Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında”sı (2007)… Evet bugüne kadar sadece altı filmimiz Altın Palmiye adaylığı elde etmiş… ”Bir Zamanlar Anadolu” Altın Palmiye adaylığı elde edebilirse Altın Palmiye adayı yedinci filmimiz olacak.

* “Yol” Cannes’dan Altın Palmiye ödülü yanı sıra FIPRESCI Ödülü (Film Eleştirmenleri Ödülü) ve Ekümenik Seçici Kurul tarafından verilen Özel Mansiyon ile döndü.

* “Uzak” Cannes’dan Büyük Jüri Özel Ödülü yanı sıra Muzaffer Özdemir ile Emin Toprak arasında paylaştırılan Erkek Oyuncu Ödülü ve Fransız Kültür Ödülü’yle (Yılın Yabancı Film Ustası / Yaratıcısı) döndü. ”Uzak” Türkiye’nin Oscar aday adayı olarak Los Angeles’a yollandı ve burada elendi.

* “İklimler”, Cannes Film Festivali’nden FIPRESCI Ödülü’yle (Film Eleştirmenleri Ödülü) döndü.

* Alman yapımı “Yaşamın Kıyısında” Fatih Akın’a Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo Yazarı Ödülü’nü kazandırdı.

* “Üç Maymun” Nuri Bilge Ceylan’a Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandırdı. “Üç Maymun” Türkiye’nin Oscar aday adayı olarak Los Angeles’a yollandı ve burada elendi.

* Nisan 2011’deyse Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu”sunun Altın Palmiye adaylığı elde etmesi bekleniyor. Yönettiği dört filmle Türkiye’deki bilinen bütün seyirci rekorlarını zorlamayı başaran Yılmaz Erdoğan’ın baş rolünü, Nuri Bilge Ceylan’ın senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendiği, “Bir Zamanlar Anadolu” adlı sinema filmi Altın Palmiye adaylığını elde edebilirse başkanlığını Robert De Niro’nun yaptığı seçici kurul tarafından değerlendirilecek…

Yılmaz Erdoğan’ın Yönettiği Filmlerin Türkiye Sinemalarındaki Seyirci Sayıları:

* “Vizontele” (3 milyon 308 bin kişi)
* “Vizontele Tuuba” (2 milyon 894 bin kişi)
* “Organize İşler” (2 milyon 618 bin kişi)
* “Neşeli Hayat” (1 milyon 125 bin kişi).

(11 Şubat 2011)

Hakan Sonok

hakan.sonok@tr.net

Aytaç Ağırlar’ın Yönettiği İncir Reçeli, 11 Şubat’ta Vizyona Giriyor

Aytaç Ağırlar’ın yönettiği ve Sezai Paracıkoğlu, Melike Güner, Sinan Çalışkanoğlu, Barbara Laurens ile Mustafa Uzunyılmaz’ın oynadığı İncir Reçeli, 11 Şubat Cuma günü vizyona giriyor.
AA Film Yapım tarafından gerçekleştirilen filmin konusu şöyle: Yazdığı senaryoları sürekli geri çevrilen Metin umudunun kırıldığı bir akşam gittiği barda Duygu ile karşılaşır. Evini açtığı Duygu, ertesi sabah kısacık bir not bırakarak çoktan gitmiştir. Tekrar karşılaştıklarında Metin Duygu’nun sırrını merak eder ve bir gün onu takip eder. Öğrendikleri, ölümsüz bir aşkın başlangıcı olacaktır.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Rotterdam Film Festivali’nde Ödüller Açıklandı

    40. Uluslararası Rotterdam Film Festivali’nde Tiger Awards – Kaplan Ödülleri, Eternity, The Journals of Musan ve Finisterrae isimli filmlere verildi. 26 Ocak’ta başlayan festival kapsamında Türkiye’den, Seren Yüce’nin Çoğunluk, Belma Baş’ın Zefir, Hüseyin Çağlayan’ın kısa metrajlı filmi Anestezi ve Sander Breuere ile Witte van Hulzen’in çektiği Türk – Hollanda ortak yapımı Ebedi Dönüş filmleri de gösterildi. 06 Şubat Pazar günü sona erecek olan festivalde bugün de, IFFR 2011 UPC İzleyici Ödülü ve En İyi Hubert Bals Fonu Destekli Film için Dioraphte Ödülü sahiplerini bulacak. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Rotterdam Film Festivali’nde Ödüller Açıklandı yazısına devam et
  • 5. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali

    Her yıl Ekim ayının ilk Pazartesi günü başlayan İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali, bu yıl 03 – 09 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Festival, Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA) üyesi 1.400.000 mimarla aynı anda kutlanan Dünya Mimarlık Günü vesilesiyle düzenleniyor ve Mimarlık ve Kent Şenliği etkinlikleri kapsamında yaşama geçiriliyor. Festival ile, ülkemizde üretilmiş mimarlık, kent ve insan konulu belgesel ve canlandırma filmlerini desteklemek, dünyanın diğer ülkelerinde bu alanda üretilmiş ve beğeni kazanmış filmleri seyirci ile buluşturmak amaçlanıyor.

    5. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali yazısına devam et

    Adnan Menderes’in Hayatı ve Aşkları Beyazperdeye Aktarılmayı Bekliyor

    Sabah Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak ile Fenerbahçe Eski Yöneticisi Ömer Çavuşoğlu’nun 97 yaşındaki annesi İhsan Çavuşoğlu 2010’un son günlerinde vefat etti. İhsan Hanım, Başbakan Adnan Menderes’e “Adnan” diye seslenebilecek bir yakınlığa sahipti… Çünkü, eşi Muammer Çavuşoğlu (1903 – 1972) 10. ve 11. dönem İzmir milletvekilliği ve Başbakan Adnan Menderes’in bakanlar kurulunda Ulaştırma ve Bayındırlık Bakanlığı yapmıştı. Muammer Çavuşoğlu, 27 Mayıs 1960’tan sonra Yassıada’da yargılananlar arasındaydı. Muammer Beyin payına bu mahkemeden siyaset yasağı çıktı.

    Adnan Menderes’in Destekçilerinden Biri Olan Said Nursi Vefat Etmeseydi Yassıada’da Yargılanacaktı

    Türkiye sinemalarında bir milyona yakın seyirci toplayan “Hür Adam: Bediüzzaman Said Nursi” filminde yaşamı konu edilen Said Nursi’de Demokrat Parti iktidarının, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes’in en büyük destekçilerinden biriydi… Birlikte 18 Temmuz 1932 ile 16 Haziran 1950 arasında uygulanan Arapça ezan yasağını kaldırdılar.27 Mayıs 1960 subay darbesini planlayanlar Demokrat Parti yöneticileriyle birlikte Said Nursi’yi de Yassıada’da yargılamayı çok istiyorlardı. 23 Mart 1960’daki vefatı Said Nursi’yi cuntacılar tarafından Yassıada’da yargılanmaktan kurtardı…

    Nejat Eczacıbaşı ve Şakir Eczacıbaşı’nın Kardeşi Vedat Eczacıbaşı’nın “Benim İçin Hâlâ Başbakan Olan Adnan Menderes’in Şerefine” Diyerek Kadeh Kaldırması Hayatına Malolmuştu

    Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Şakir Eczacıbaşı’nın “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” adlı anı kitabı sayesinde de Nejat Eczacıbaşı’nın (1913 – 1993) 1916 doğumlu küçük kardeşi Vedat Eczacıbaşı’nın, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra askeri darbecilerce yargılanan ve idam edilen Başbakan Adnan Menderes için 24 Mart 1961’de Beyoğlu’ndaki Gaskonyalı Toma Meyhanesi’nde sevgisini, sempatisini ilân ettiği için hayatını kaybettiğini de öğrenmiş olduk… Vedat Eczacıbaşı’nın tek suçu, halk oyuyla başbakan olan ve cuntacı subayların zoruyla iktidardan indirilen Adnan Menderes için güzel sözler etmekti… Vedat Eczacıbaşı meyhanede kadehini, “Benim için hâlâ başbakan olan Adnan Menderes’in şerefine” diyerek kaldırdığından Cumhuriyet Halk Partililerin şikâyeti üzerine önce tutuklanmış, sonra da bu tutuklama uzayınca bunalıma girerek intihar etmişti. Geride iki çocuk bırakan Vedat Eczacıbaşı sadece 45 yaşındaydı.

    Yassıada’da Hayatını Kaybeden / Öldürülen Beş Bakanlar Kurulu Üyesi

    Bilindiği gibi, Yassıada’da Adnan Menderes (Başbakan), Fatin Rüştü Zorlu (Dışişleri Bakanı), Hasan Polatkan (Maliye Bakanı), Namık Gedik (İçişleri Bakanı) ve Lütfi Kırdar (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı) askeri darbecilerin kurbanı olmuştur.

    Kim Komünist, Kim İrticacı?

    Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti’yi Komünist olmakla, Demokrat Parti’de Cumhuriyet Halk Partisi’ni irticacı olmakla suçlamıştı… 1951 baharında yapılan Demokrat Parti Konya il kongresinde bazı delegeler fesin, çarşafın ve Arap alfabesinin geri getirilmesini istedi. Öneriler bu kongrede reddedildi… (Bu konuda bakınız: “Zaman İçinde Bediüzzaman” adlı kitap; Sayfa: 451 ve Sayfa: 513; Yazarları: Cemalettin Canlı ve Yusuf Kenan Beysülen; İletişim Yayınları; Birinci Baskı: 2010)

    Menderes ve Kadınlar

    1950’li yıllar boyunca Başbakanımız olan Adnan Menderes çapkındı, güzel kadınlara zaafı vardı… Ayşe Kulin “Hayat Dürbünümde Kırk Sene” adlı anılarının ilk cildinde Adnan Menderes’in bir sopranoyla, bir sosyete güzeliyle, bir yazarla yaşadığı aşk ilişkilerinin kulaktan kulağa dolaştığını yazıyor ve o günleri anlatmaya şöyle devam ediyordu: “Yazar sevgili, önemli bir görevde bulunan eşiyle Nişantaşı’nda oturduğu için Başbakan, İstanbul’u ziyaretlerinde bu semti şereflendirmeden gitmiyordu, semt sakinleri de geç saatlere kadar pencere önlerinde nöbete duruyorlardı. Öyle günlerde bizim apartmanın tüm katlarında dedikodu kazanı fokur fokur kaynıyordu.”

    Cumhuriyet Gazetesi’nin Eski Sorumlu Yazıişleri Müdürü Erol Dallı, Emin Karaca’nın “Cumhuriyet (Gazetesi) Olayı” adlı kitabının (Altın Kitaplar Yayınevi) 239. sayfasında Adnan Menderes’i şöyle anlatmıştı: “Teşvikiye Camii karşısındaki Belveder Palas Apartmanı’nın Kapıcısı İbrahim Polat’tı (Adnan Polat’ın Babası). Yanaştım, konuşturmaya çalıştım. Üç – beş kuruş da para verdim. Almazlandı baştan, ama sonra aldı. ”Sen bilmiyor musun, Beyefendi (Başbakan Adnan Menderes) her zaman gelir buraya,” dedi. ”Ferit Bey (Ferit Sözen, o zamanki Emniyet Müdür Muavini) oturuyor burada,” dedi. ”Ferit Bey dışarıda” dedim. ”Sen de amma safsın,” dedi. ”Beyefendi (Adnan Menderes) Suzan Hanım’la (Suzan Sözen) biraz sohbet ederler, sonra da giderler,” dedi.

    İşadamı İbrahim Polat’da “Alnımın Teri” (Doğan Kitapçılık) adlı anılarında Başbakan Adnan Menderes’i uzun uzun anlatır.

    Daha fazla bilgi edinmek isteyenler Sevilay Yükselir Hanımefendi’nin 23 Ocak 2011 tarihli Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Velev ki kapıcı oğlu! Eeeeee?” başlıklı yazısını da okuyabilir.

    Halit Refiğ’in Adnan Menderes Filmi Tasarısı

    1994 yılında film yıldızı – oyuncu Hülya Koçyigit, yönetmen Halit Refiğ’e, 22 Mayıs 1950’de Başbakan olan, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrasında Yassıada’da yargılanan ve 17 Eylül 1961’de idam edilen Başbakan Adnan Menderes’in (1899 doğumlu) eşi Berin Menderes’i (Nisan 1994’te vefat etmişti) beyazperdede canlandırmak istediğini söyleyerek kendisine bir senaryo sipariş etti. Berin Menderes aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’e İzmir’de suikast yapılacağı iddiası üzerine yapılan tutuklama ve yargılamalardan sonra 26 Ağustos 1926’da idam edilen Doktor Nazım Beyin yeğeniydi… Berin Menderes ile Emel Zorlu’nun (Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun eşi ) anneleri kardeşti. Emel Zorlu’nun babası olan Tevfik Rüştü Aras ise 1923 – 1939 arasında Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün Dışişleri Bakanı’ydı.

    1994 yılında Hülya Koçyiğit’in Berin Menderes’i canlandıracağı filmin yapımcılığını Hülya Koçyiğit’in kocası Selim Soydan üstlenecekti. Halit Refiğ’in aldığı bu sipariş üzerine yazdığı “Şeytan Aldatması” adlı senaryo 2009 yılında Alfa Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. ”Şeytan Aldatması”, Gülşah Film gereken parayı bir araya getiremeyince, ne yazık ki, filmleştirilemedi.

    Hülya Koçyiğit’e Göre Adnan Menderes

    Hülya Koçyiğit “Adnan Bey toprak ağası kökenliydi. Büyük şehirde eğitim görmüş ve topraklarını topraksız köylüleriyle paylaşmak istemiş bir insandı. Köylülerin fakirlikten kurtulmasını ve ülkenin kalkınmasını kendisine hedef seçmişti. Adnan Menderes, siyasete girmesi için Mustafa Kemal Atatürk’ten davet almıştı,” diyor.

    “Başvekil” Adlı Sinema Filmi Projesi de Ne Yazık ki Gerçekleştirilemedi

    Yassıada’da Adnan Menderes’in savunmasını yapan avukatlardan biri olan Talat Asal’ın yazdığı “Güneş Batmadı: Müvekkilim Adnan Menderes ve Yassıada” (Selis Kitaplar Yayınevi; 2003 Yayını) ve “Yassıada: Don Davası, Cımbız Davası, Köpek Davası” (Doğan Kitapçılık, 2009 Yayını) gibi anı, belge, tutanak kitaplarının “Başvekil” adıyla yönetmen Tunç Başaran tarafından 2005 yılında beyazperdeye aktarılması da yine finans sorunlarından dolayı gerçekleştirilememiştir. Bu projede, Adnan Menderes’ten hamile kalan, Adnan Menderes’in sevgilisi opera sanatçısı Ayhan Aydan’ı Hülya Avşar’ın canlandırması plânlanıyordu.

    Soprano Ayhan Aydan (1924 – 2009) Adnan Menderes’i Anlatıyor:

    “Adnan Menderes’i 1951’de tanıdım. Kendisini çok sevdim. Bütün emelim O’ndan bir çocuk yapmaktı. Maalesef bunda muvaffak olamadım. Bebek ölü doğdu.”

    “Ali Adnan – Başvekil” Belgeseli

    Yönetmenliğini Yaşar Taşkın Koç’un üstlendiği ve TRT tarafından yayınlanan 9 bölümlük “Ali Adnan – Başvekil” adlı belgesel de Başbakan Ali Adnan Ertekin Menderes’in yaşamını ve 27 Mayıs 1960 darbesini tüm gerçekliğiyle ekrana getirmiştir. “Ali Adnan – Başvekil”in konsept danışmanı Adnan Menderes’in hayatını konu alan “Bir Yiğit Vardı” adlı kitabın (Yitik Hazine Yayınları) yazarı gazeteci Erdal Şen’dir.

    Berin Menderes, Ailesinin Temel Direğiydi

    Hülya Koçyiğit’in canlandırmak istediği Berin Menderes, devlet görevlerinden, ülke sorunlarından ve hayatındaki diğer kadınlardan dolayı çocuklarını ihmâl eden Adnan Menderes’in evdeki yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için fazlasıyla çaba harcamış bir anne ve eşti. Berin Hanım, Menderes ailesinin temel direğiydi; Adnan Menderes’in ev yaşamındaki açıklarını kapatan kişiydi. Adnan Menderes’in başka kadınlarla (Ayhan Aydan Hanımla, Emniyet Müdür Muavini Ferit Sözen’in karısı romancı Suzan Sözen Hanım’la ve diğer kadınlarla) yakın ilişkiler kurmasına tepkisini bile Berin Menderes dışarıya yansıtmamıştır. Berin Menderes 27 Mayıs 1960 darbesiyle sonuçlanan gergin günlerin en başında eşi Adnan Menderes’in emekli olmasını, siyaseti bırakmasını ister, ancak amacına, ne yazık ki, ulaşamaz.

    Fatin Rüştü Zorlu’nun Sevgilisi Vesamet Hanım

    Demokrat Parti İktidarı’nın Dışişleri Bakanı olan ve 16 Eylül 1961’de Maliye Bakanı Hasan Polatkan (1915 doğumlu) ile birlikte idam edilen Fatin Rüştü Zorlu’nun (1910 doğumlu) da 1950’lerde çevresindeki evli – çocuklu kadınların tacizine uğradığı, bu kadınların gönderdikleri aşk mektuplarına rujlu dudaklarını bastığı ve Zorlu’nun kimi tacizci kadınlarla ilişkiye girdiği de bilinmektedir. Hatta Fatin Rüştü Zorlu resmi Amerika gezisine eşi Emel Zorlu’yu değil sevgilisi Vesamet Hanım’ı götürmüştür.

    27 Mayıs Darbesine Giden Yol

    Demokrat Parti İktidarı’nı yıkan olaylar şöyle gelişmişti:

    * Hükümet, 6 / 7 Eylül 1955’te gayrimüslimleri hedef alan yağma, tecavüz ve saldırı olaylarını önleyemedi.

    * Demokrat Parti yöneticilerinin çoğu tam bir iktidar sarhoşluğuna kapılmış ve ne oldum delisi olmuştu. 6 / 7 Eylül Faciası’ndan sonra, 22 Kasım 1955’te Adnan Menderes’in Demokrat Parti milletvekillerine yönelik olarak sarf ettiği “Siz isterseniz, hilâfeti bile geri getirirsiniz” sözü bu sarhoşluğun en güzel, en çarpıcı ifadesidir. Demokrat Parti Hükümeti, hapishaneleri gazeteciler ve muhaliflerle doldurmuştur. Cezaevine atılanlar arasında İsmet İnönü’nün damadı ve Akis Dergisi yazarı Metin Toker’de bulunuyordu. Bu dönemde basına tam bir sansür uygulandı.

    * 1960’lara gelinirken halk arasında kutuplaşma oluştu. Ülke adeta ikiye bölündü. Demokrat Partililerin ve Cumhuriyet Halk Partililerin birbirini düşman gibi görmesinin önü alınamadı. Her türlü muhalefete karşı katı ve sert tavır alınmasını isteyen Celal Bayar, Şubat 1959’da CHP lideri İsmet İnönü’yle diyalog kurmak isteyen Adnan Menderes’e başbakanlıktan uzaklaşmasını, köşesine çekilmesini, birkaç ay yurt dışında dinlenmesini teklif etti… Adnan Menderes ise Kıbrıs’ı kaybetmemek için milletçe tek vücut olunması gerektiğini düşünmekteydi. Oysa yurt dışına karşı verdiğimiz görüntü ortadan ikiye bölünmüş bir millet görüntüsüydü. Bu sıralarda Adnan Menderes – İsmet İnönü yakınlaşmasına Celal Bayar engel oldu. Menderes – İnönü yakınlaşmasına destek olan Demokrat Partililer arasında Mükerrem Sarol’da bulunmaktaydı.

    * Yine 1960’a gelinirken Vehbi Koç gibi işadamları, sermaye temsilcileri Cumhuriyet Halk Partisi üyeliğini terk ederek Demokrat Parti’ye katılmaya zorlandı.

    22 Ekim 1957’de Başbakan Adnan Menderes’in konuşması aynen şöyledir:

    “Arkadaşlar, diyorlar ki, bütün seçkin zümre, bütün zenginler, CHP’dendir. Evet, bütün zenginler onlardandır. Vehbi Koç da onlardandır ve daha birçok zengin onlardandır. Bir de bizim halimize, bizim mebuslarımıza bakınız. Biz fakiriz, mebuslarımızı yolda görenler dilenci zannedip sadaka vermeye kalkabilirler. CHP devrinde ve onlar sayesinde zengin olanlar el’an bu partiden ayrılmıyor ve bizim saflarımıza geçemiyorlar. Sevdiğim ve dostum olan Vehbi Koç da onlardandır.”

    Vehbi Koç, Adnan Menderes’in bu konuşmasını ve Demokrat Parti yöneticilerinin kendisine yaptığı baskıları “Hayat Hikayem” adlı kitabında uzun uzun anlatır.

    * Adnan Menderes hükümeti Türkiye’de tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmesini plânlamıştı. Hükümet bunun için kullanılacak dış borcu Amerika Birleşik Devletleri’nden alamayınca aynı durumu yaşayan (ABD’den borç para alamayan ve bu parayı Sovyet Rusya’dan bulan) Mısır’ı kendine örnek alarak Sovyetler Birliği’nden isteme kararı aldı ve Temmuz 1960’daki Moskova seyahati için bavullar hazırlanmaya başladı… 27 Mayıs 1960 darbesi Türkiye – Sovyetler Ekonomik İşbirliği’ni ileri bir tarihe attı… Aynı yoldan giden Başbakan Süleyman Demirel, Sovyetler Birliği’yle işbirliği yaparak Aliağa Rafinerisi’ni, İskenderun Demir Çelik Fabrikaları’nı ve Seydişehir Alüminyum Tesisleri’ni Türk halkına kazandırmıştır.

    * 1950’lerde tarımdaki makineleşme bu sektörde işsizliği arttırdı, bu durumda köyden kente göçü hızlandırdı.

    * 1950’lerin sonlarında subaylar kendilerine ödenen maaşların çok yetersiz olduğu düşüncesindeydi. Onların gelir durumlarını iyileştirmek için hükümetin hiçbir çaba harcamadığına inanıyorlardı.

    * Subaylar, kendi bünyelerinden çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunda yer alan İsmet İnönü’ye sevgi, saygı ve bağlılıklarını sürdürüyordu.

    * Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı’ndan çekilmesini, yerine Adnan Menderes’in gelmesini arzuladıklarını ve “Halk kitlelerinin Adnan Menderes’i sevdiğini” gözlemlediklerini dile getiren bir mektubu 27 Mayıs 1960 öncesinde Demokrat Parti’ye iletti. Adnan Menderes bu mektubu Yassıada yargılamalarında ortaya çıkarsaydı idam edilmekten büyük olasılıkla kurtulabilirdi. Celal Bayar bu konuda şunları söylemiştir: “Ethem Menderes (Milli Savunma Bakanı) 04 Mayıs tarihinde Cemal Gürsel’den aldığı mektubu bir aşk mektubu gibi saklamıştır.”

    * Said Nursi’yle Demokrat Parti yöneticilerinin Türkçe ezanın kaldırılmasıyla başlayan yakınlığı laikliğin tehdit altında olduğunu düşünen subayları Demokrat Parti karşıtı yapmıştır. 1876 doğumlu Said Nursi 23 Mart 1960’da Şanlıurfa’da vefat edecekti. Said Nursi’nin kabristanı, Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından, vefatından 111 gün sonra, gece yarısı açılarak naaşı bugün bile bilinmeyen bir yere nakledildi. Süleyman Demirel’in bu konuda 07 Ocak 2011 tarihli Sabah Gazetesi’nde yayınlanan ve gazeteci Yavuz Donat’a yapılan açıklamları Said Nursi’nin naaşının Marmara ya da Akdeniz’e atılmadığını ortaya çıkarmaktadır.

    * Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına, bir Yunan adası olmasına, ya da Yunanistan uydusu bir devlet haline dönüşmesine şiddetle karşı çıkan ve bunu engelleyen Demokrat Parti hükümeti Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa ülkelerine yerleşmiş (Kıbrıs ve Yunanistan dışında yaşayan) ve yaşadığı ülkelerin hükümetleri üzerinde çok etkili olabilen Rum – Yunan topluluklarını da karşısına almıştı.

    * 27 Mayıs 1960 öncesindeki son genel seçim 1957’de yapılmıştı. Menderes hükümeti ülke genelindeki gerginliği bir erken seçim kararıyla büyük ölçüde giderebilme şansına sahipti. Ancak milleti rahatlatabilecek bu yöntemi kullanmadılar.

    Demokrat Parti’nin ve CHP’nin 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinde aldığı oy sayıları aşağıdadır:

    DP – 4 milyon 241 bin kişi; 5 milyon 151 bin kişi; 4 milyon 372 bin oy.

    CHP – 3 milyon 176 bin oy; 3 milyon 162 bin oy; 3 milyon 753 bin oy.

    Demokrat Parti’nin 1954 ile 1957 arasında yaklaşık 800 bin oy kaybettiği ve aynı dönemde CHP’nin yaklaşık 600 bin oy kazandığı görülmektedir.

    * Başbakan Menderes ve Türk heyetini Londra’ya götüren uçağın Şubat 1959’da Londra yakınlarında düştüğü kazada aralarında Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şerif Arzık’ın da (Nimet Arzık’ın eşi) bulunduğu 14 kişi vefat etti. Yaralanan Adnan Menderes’i Türkiye’ye dönüşünde karşılayanlar arasında İsmet İnönü’de vardı. Demokrat Partililer ise kendilerine dostluk elini uzatan İnönü ve yanındakilere 01 Mayıs 1959’da Uşak’ta yaklaşık bin kişiyle saldırdı. İsmet İnönü atılan taşla yaralandı. İsmet İnönü’ye 04 Mayıs 1959’da bu kez İstanbul’da saldırıldı.

    * 27 Mayıs 1960’a yaklaşan günlerde Anayasa Hukuku Profesörü Ali Fuat Başgil muhalif üniversite öğrencilerine şiddet kullanılarak müdahale edilmesine karşı çıktı ve hükümeti istifaya davet etti. Başgil, ülkedeki gerginliğin giderilmesi için de 1957 seçimlerinde toplam olarak 8 milyondan fazla oy alan iki büyük partiyi birlikte hükümet kurmaya çağırdı.

    * Yine 27 Mayıs 1960 öncesinde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Eğer muhalif öğrenciler hükümet karşıtı gösterilerine devam eder ve dağılma uyarılarına hiçbir şekilde uymazsa üzerlerine ateş edin!” dediği iddia edilmiştir.

    * 18 Nisan 1960’ta İsmet İnönü, Demokrat Parti hükümetine seslenir: “Hükümet insan haklarını çiğner ve baskı rejimi kurarsa ihtilâl olur. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam.”

    27 Mayıs 1960 ve Sonrası:

    * 27 Mayıs 1960’ta en son 1957 genel seçiminde halk oyuyla iktidara gelenler silâh zoruyla iktidardan düşürülmüştür. Adnan Menderes yasadışı Yassıada mahkemesini ve yargılamasını en baştan reddetmesi gerekirken, “Bu mahkemeyi tanımıyorum,” demesi gerekirken buna yanaşmadı. Bu nedenle de Celal Bayar’la araları açıldı.

    * 27 Mayıs Darbesi emir komuta zincirinde yapılmamış bir askeri darbedir. Yani teğmenlerin albayların, koskoca generalleri sürüklediği, yönlendirdiği, onlara emir yağdırdığı bir harekettir. Darbe bildirisini radyoda okuyan da Albay Alparslan Türkeş’tir.

    * Demokrat Partililer arasındaki yazışmaların 50 kelimeyle sınırlanması, Adnan Menderes’i görmek amacıyla Yassıada’ya gitmek için askeri gemiye binen Berin Menderes ve Aydın Menderes’in gemiden indirilmesi gibi sayısız zalimce uygulama tutuklulara ve onların yakınlarına lâyık bulunmuştur.

    * Yassıada duruşmaları sırasında Celal Bayar haricindeki Demokrat Partililer sarsılmış, yıkılmış, çökmüş, çaresiz, bıkkın ve bezgin bir görüntü sergilerler. Sert mizaçlı Bayar güçlü, aldırmaz görüntüsünü neredeyse hiç kaybetmez.

    * Askeri Yönetim, Demokrat Partililerin mirasla elde edilmiş varlıklarına bile el koyar. Demokrat Parti yöneticilerin ailelerinin ellerinde neredeyse tek kuruş bile bırakılmaz.

    * İşadamı Vehbi Koç, bu zor zamanlarında Menderes ailesine İstanbul’da konaklamaları için kendisine ait olan Elmadağ’daki Divan Oteli’nden ücretsiz oda sağlamıştır.

    * Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Yassıada’da askerlerce dövülenlerden biridir. Adada vefat edenler arasında Namık Gedik ve Lütfü Kırdar’da bulunmaktadır.

    * Demokrat Parti Yargılamaları’ndan idam çıkmasını destekleyenler arasında Cevdet Sunay (Genel Kurmay Başkanı), Cemal Tural (Kara Kuvvetleri Komutanı) ve Talat Aydemir’in (Harp Okulu Komutanı Albay) olduğu tarihçilerce ve olayların tüm tanıklarınca belirtilmektedir.

    Celal Bayar’ın Yassıada’daki Savunma Konuşmasından Bir Bölüm:

    “Atatürk’ün mesaisinde bizim de bir gölgesi olarak mesaimiz vardır. Yalnız bu kabûl edilsin, Atatürk’le ölünceye kadar beraber bulunuyorduk. Hatta son nefesinde “Evlâdım sana emanet,” demişti. Atatürk inkilaplarına karşı kötü muamele yaptığımız iddiası bize verilecek en büyük cezadır. Ben asılmaya razıyım; zaten yaşamımın sonundayım. Yalnız Atatürk inkilaplarına kötü muamele yaptığımız bize söylenmesin .Bizim ne gibi bir muamele yaptığımızı tarih kaydetmiştir. Bu imtiyaz asla elimizden alınamaz. Atatürk’le beraber memlekete hizmet ettiğimi ve onun bana olan itimadını herkes bilir.”

    (11 Şubat 2011)

    Hakan Sonok

    hakan.sonok@tr.net

    Coen Kardeşlerden Western Türüne Taze Kan

    Sinemanın en ünlü kardeşleri denince ilk akla gelenler, Coen’ler, Wachowski’ler (biri ameliyatla kadın olan) ve elbette Taviani’ler… Coen kardeşler, “Fargo” ve “No Country for Old Men – İhtiyarlara Yer Yok”la dörder Oscar ödülü sahibi…

    Coen’ler ve Yeni Çevrimler:

    Coen’ler 1955 tarihli “The Ladykillers – Kadın Katilleri”ni, 2004’te “The Ladykillers – Kadın Avcıları”na dönüştürdüler, hatta 2008’in Türk filmi “Şeytanın Pabucu”da buradan bir esinlenmeydi… ”Kadın Katilleri” ve “Kadın Avcıları” bu filmlerin Türkiye sinemalarında gösterildiği Türkçe adlardı… İlki dünya sinemalarından iki yıl sonra 1957’de, ikincisi dünya sinemalarıyla aynı yıl Türkiye sinemalarında gösterildi…

    Coen’ler bu kez de 1969’un “True Grit – İz Peşinde”sine el attılar… Bunu da en iyi şekilde yaptılar… 38 milyon dolar yapım bütçeli 2010 versiyonu “True Grit – İz Peşinde”nin sadece Kuzey Amerika sinema hasılatının 160 milyon doları bulması, yılın en iyi filmi, yönetmeni, senaryo uyarlaması, erkek oyuncusu (Jeff Bridges) ve yardımcı kadın oyuncusu (Hailee Steinfeld) dalları dahil on dalda Oscar adaylığı elde etmesi ve 2011 Berlin Film Festivali’nin açılış gecesi için seçilmesi Coen kardeşlerin Western türünü dirilttiğinin en büyük kanıtı.

    Diğer En Başarılı Yeni Westernler:

    Kuzey Amerika sinemalarında dört Oscar ödüllü, 1992 yılı filmi, “Unforgiven – Affedilmeyen”in 101 milyon dolar hasılat elde ettiği ve yine Kuzey Amerika sinemalarında yedi Oscar ödüllü, 1990 yılı filmi, “Dances with Wolves – Kurtlarla Dans”ın (19 ilâ 22 milyon dolarlık bir yapım bütçesiyle gerçekleştirildi) 184 milyon dolar elde ettiği hatırlanırsa Coen’lerin yeni bir mucizeye imza attığı da ortaya çıkıyor.

    Çünkü Coen’lerin “True Grit – İz Peşinde”si henüz Kuzey Amerika dışındaki sinemalarda yeni yeni gösterime giriyor.

    1969 versiyonu “True Grit” John Wayne’e Oscar ödülü kazandırmış ve filmle aynı adlı özgün şarkı da Oscar ödülüne aday gösterilmişti.

    Coen kardeşler “True Grit – İz Peşinde” de dünyanın en eski, ancak en eskimemiş, en evrensel ve en güncel konusunu anlatıyorlar: İnsanlık yaşadıkça gezegenimizde, daima varolmuş, hüküm sürmüş adalet arayışını…

    Önemli Not: Bu yazıda sözü edilen “Dances with Wolves – Kurtlarla Dans” (1990) ve “Unforgiven – Affedilmeyen” (1992) 1989’da kurulan ve 2010 yılı sonuna kadar 550 filmi koruma altına alan ABD Kongre Kütüphanesi Ulusal Film Arşivi’ne alınmıştır…

    (11 Şubat 2011)

    Hakan Sonok

    hakan.sonok@tr.net

    İstanbul’un Kalbine Yolculuk

    İstanbul gezegenin belki de en büyülü kenti. İçine çekildiğinizde kurtulamadığınız tuhaf bir mıknatıs. Hem keskin biçimde nefret edip hem de deliler gibi sevdiğiniz bir büyük aşk bu. Bin kere terk etmeye karar verseniz de, her seferinde sadece burada hissedebildiğiniz bir özelliği yüzünden daha derinine gömüldüğünüz bir eski yarenlik şehri. Her tür sanatın rengârenk biçimde herkesi kucakladığı geniş bir gökkuşağı; dünü ve bugünü iç içe yaşadığınız bir tarihsel yolculuk; üç büyük imparatorluğun ev sahibi. İstanbul’un kültürünü ve sanatını, üç kadim dinin mensupları, kendi köklerinden sularla besleyip büyütüyor, binbir çiçekle donatıyorlar. Sözcüklerle, fırça darbeleriyle, ezgilerle, objelerin farklı formlarıyla, figürlerle, ışıkla – karanlıkla, binbir renkle, İstanbul’un ve insanlarının kendilerini ifade etmelerini sağlıyorlar… Tarihe notlar düşüyor, güzeller güzeli kenti yepyeni estetik zirvelere çıkartıyorlar.

    Bu sanatçılardan biri de, sinemamızda değeri tam olarak bilinememiş sanat yönetmeni, yapımcı ve yönetmen Annie G. Pertan.

    Pertan, bu kez, 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde bir belgesele imza atmış. Farklı alanlarda faaliyet gösteren azınlık mensubu sanatçılarından on yedisini, İstanbul, sanat, yaşam, kendi hikâyeleri üzerine düşünceleri ve yapıtları ile tanıtıp, kentin yüreğine yerleştirdiği bir enfes belgesel: “Kültürel Farklılığın Renkleri”. İstanbul’un bildiğiniz yerlerini / mekânlarını, hiç fark etmediğiniz açılardan göreceğiniz bir çalışma. Ben bugüne dek, bu denli iyi kurgulanmış bir İstanbul belgeseliyle karşılaşmadım. İçeriği ve biçimi o denli zengin ki, defalarca izleme ihtiyacı duyacaksınız. Ve meselâ, benim gibi, müzikâl bölümleri geriye dönüp birkaç kez izleyeceksiniz.

    Belgeselin, 2010 kapsamındaki en isabetli çalışmalardan biri olduğunun altını çizerim. Önemlisi de, ileriye dönük kalıcı bir doküman ve eğitim alanında da başucu kaynaklarından biri. Doğma büyüme bir İstanbul insanı olarak, başta Annie G. Pertan, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

    (11 Ocak 2011)

    Ali Ulvi Uyanık

    ali.ulvi.uyanik@gmail.com