Tabiat Ananın İnsanlığa Cezası

Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense)
Yönetmen: David Mackenzie
Senaryo: Kim Fupz Aakeson
Müzik: Max Richter
Görüntü: Giles Nuttgens
Oyuncular: Ewan McGregor (Michael), Eva Green (Susan), Connie Nielsen (Abla), Stephen Dillane (Samuel), Ewen Bremner (James)
Yapım: BBC Films-Sigma Films-Zentropa (2011)

İskoç yönetmen David Mackenzie’nin karamsar fütüristik filmi “Yeryüzündeki Son Aşk”, nerden geldiği bilinmeyen bir salgın virüs insanların duyularını tek tek yok ediyor.

İskoçya’da 1966 yılında doğan yönetmen David Mackenzie, 2003 yapımı “Young Adam – Tutku Nehri”nde, karanlık kasvet yüklü atmosferiyle suç ve erotizm fırtınası yaratmıştı perdede. “Tutku Nehri”, İngiliz yazar Alexander Trocchi’nin 1957’de yazdığı “Young Adam” romanından uyarlanmıştı. Trocchi (1925 – 1984), “beat kuşağı” yazarlarındandı. Mackenzie bu romanı, büyük yönetmen Jean Vigo’nun 1934 yapımı “L’Atalante – Geçip Giden Çatana” filminin ruhuyla bütünleştirmişti. Anarşist yönetmen Vigo, 1934’te daha 29 yaşındayken veremden ölmüştü. Mackenzie, perdede karanlık atmosfer yaratmaya tutkulu bir yönetmenlerden. Vigo gibi anarşist ruh taşımasa da, öncelikle gördüğümüz son filmi “Perfect Sense – Yeryüzündeki Son Aşk”la çoğu anda mahşeri fütüristik bir yapıt ortaya koymuş. Tabiat ana, yavaş yavaş insanlardaki beş duyu fenomenini yok ediyor bilinmeyen bir virüsle. Bu salgın insanlığı kuşatırken önde de bir aşk hikâyesi var. Şef aşçı Michael’la epidemiyolog Susan arasında. Sanki bu virüsle bu aşk birbirleriyle savaşıyor öznel anlamda. Geneldeyse insanlık mahvoluyor tüm hislerini kaybederken.

Film, Michael’ın evinde açılıyor. Michael’la bir kadın, yataktalar. Sabah olmak üzere. Michael, yatakta biri varken uyuyamıyor ve kadınının gitmesini istiyor. Sonra hikâye, birbirlerine uzak Susan’la Michael’ın günlük hayatlarının yansımasıyla gelişiyor. Filmdeki kıyameti, bir kadının anlatımıyla anlamaya çalışıyor seyirci. Önce koku alma duyusu gitmeye başlıyor insanların. Bu duyu yok olmadan önce duygu patlaması yaşıyorlar. Ağlamaya başlayan insanlar, sanki suçluluk duygusu yaşıyorlar. Michael’ın şef aşçılık yaptığı restoran iyi iş yapıyor. Bu duyu gitmeye başlayınca müşteriler gelmez oluyor. Restoranın arka kapısında sürekli sigara içen Michael, dairesinin penceresinde sigara içen Susan’ı görüyor ve tanışıyorlar. Aşk da başlıyor aralarında.

Tabiat ananın intikamı…

Filmin senaryosunu, 1958’de Kopenhag’ta doğmuş Kim Fupz Aakeson yazmış. Aakeson, senaryolar yanında romanlar da yazıyor. Geride senarist olarak iyi yapıtlara imza atmasına rağmen, yaratıcılığını ortaya koyduğu filmler buralara pek uğramadı. Filmin senaryosu gerçekten iyi yazılmış ve kurgu da sağlam. Ses efektleri de mükemmel. Yönetmen, filminde sadece Glasgow’dan değil, başka kıtalardan da anlar yansıtıyor. Güney Amerika, Afrika ve Hindistan’dan. Duyularını kaybeden insanların trajedileri her yerden hikâyeye dahil oluyor. Tat alma duyusunu kaybeden insanlar, vahşi hayvanlar gibi yiyeyecekleri oburca midelerine indiriyorlar. Etleri bile çiğ çiğ yiyorlar. Duyma duyusunun yitirildiği anlarda o anı seyirci karakterlerle beraber yaşıyorlar. Sessizliğin sesi var bu anlarda. Duyma yetisini kaybetmek, duyguları da tüketiyor ve insanlar birbirlerine karşı sert davranıyorlar, kırıcı oluyorlar. Şehirler savaş alanına dönüşüyor. Sonra gelense körlük. Her yer kararıveriyor birden. Son fenomen dokunma duyusu hakkında bir şey hissettirmiyor yönetmen. Ama, günümüzün postmodern dünyasında insanlar birbirlerine dokunmaktan çekiniyorlar. Filmin hikâyesinin Glasgow’da geçmesi filme gotik bir atmosfer vermiş. Viktorya dönemi mimarisinin hâkim olduğu şehir, puslu havayla da buluşunca insana kuşatılmışlık duygusu veriyor. Glasgow’da Ortaçağ mimarisi de var. Bu şehre gittiğinizde elbette korkmuyorsunuz, sadece büyüleniyorsunuz. Sinemada virüs salgını üzerine epeyce film var. Francis Lawrence’ın 2007 yapımı “I am Legend – Ben Efsaneyim”, Danny Boyle’un 2002 yapımı “28 Days Later – 28 Gün Sonra”, Juan Carlos Fresnadillo’nun 2007 yapımı “28 Weeks Later – 28 Hafta Sonra”, Breck Eisner’ın 2010 yapımı “The Crazies – Salgın” hemen akla gelen filmler. Elbette, Portekizli yazar Jose Saramago’nun 1995’te yayımlanmış “Ensaio Sobre a Cegueira” romanından, yönetmen Fernando Meirelles tarafından 2008’de “Blindness – Körlük” adıyla sinemaya uyarlanan film de unutulmamalı. Bu roman, “Körlük” adıyla Can Yayınları’ndan çıkmıştı.

(Bu yazı 26 Ağustos 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

(26 Ağustos 2011)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com

“Tabiat Ananın İnsanlığa Cezası” üzerine 2 yorum

  1. Sanırım teknik bir hatanız var, film başlarken yatakta olan Micheal ile tek gecelik ilişkinin sonucu olarak başka bir kadın var, yani o kadın Susan değil. Yazınızda o kadının Susan olduğunu iddia etmişssiniz.

  2. Sevgili Mio, değerli yazar teşekkür ederek gerekli düzeltmeyi yaptı. Sizin gibi dikkatli okurlarımızın olması bizi de mutlu ediyor, çok teşekkür ederiz.

Yorumlar kapalı.