Malatya Film Festivali’nin Ardından…

Her güzel festivalin bir sonu vardır. İşte birini daha geride bırakarak ama biriktirdiğimiz güzel anıları da yanımıza alarak döndük yuvalarımıza… Malatya Uluslararası Film Festivali’nin bu yıl üçüncüsü gerçekleşti. Sinemaseverlere oldukça güzel bir film seçkisi oluşturan festival komitesi Malatyalılara ve misafirlerine film dolu bir hafta yaşattı. İşte bu yıl ki festivalden kısa kısa izlenimlerim…

Kadir İnanır: “Repliklerini ezbere bildiğimiz bir Yeşilçam filmini dizi haline getirmeye çalışıyorlar, ismini vermeyeceğim ama siz duyduğunuzda ‘pes’ diyeceksiniz.”

Festivalde onur ödülü alan usta oyuncu Kadir İnanır yaptığı söyleşide Türk sinemasının ve dizi sektörünün geldiği son durumu değerlendirdi. Özellikle senaryo sıkıntısına değinen İnanır, “Günümüz sinemasında çok iyi yönetmenler ve oyuncular var fakat senaristler çok az.” dedi. Ayrıca yeni çekilecek olan bir dizi için de yorum yapan İnanır, “Repliklerini ezbere bildiğimiz bir Yeşilçam filmini dizi haline getirmeye çalışıyorlar, ismini vermeyeceğim ama siz duyduğunuzda ‘pes’ diyeceksiniz.” dedi. Ayrıca kısa zaman sonra Konya’da bir bozkır hikâyesini yöneteceğini söyleyen İnanır, filmde Yeşilçam’dan arkadaşlarına da rol vereceğini belirtti.

John Sayles: “Amigo”

Festivalin önemli konuklarından biri de kuşkusuz Amerikalı yönetmen John Sayles’tı. Amerikan bağımsız sinemasının önemli yönetmenlerinden olan Sayles bir hafta boyunca eşi Maggie Renzi ile neredeyse tüm etkinliklere katıldı. Fetivalde üç filmi gösterilen usta yönetmen gösterimler sırasında seyircilerle birlikte olmak istedi. Fakat Amerika seyircisi gibi Malatya seyircisi de Sayles’ı yalnız bıraktı. Yönetmenin son filmi Amigo’yu izlemeye yalnızca 10 kişi gitmişti. Bu 10 kişinin içinde ben ve iki arkadaşımda vardı. Filmi sadece 7 Malatyalı izledi. Maggie Sayles bu duruma alışkın olduklarını söyleyerek ve gülümseyerek gelenleri saydı ve “10 kişiniz, benimle birlikte 11 oluyoruz, fena sayı değil.” dedi. Kısacası Sayles’lar Amerika’daki kasırgaya rağmen okyanusu aşıp Malatya’ya gelmiş fakat bizim seyircimiz evlerinden ya da otellerinden Sayles’ın filmlerini izlemeye gelememişti.

Zerre…

Altın Portakallı Zerre filmi festivalin en ilgi gören filmlerinden biri oldu. Sayles’ın filmindeki salon boşluğunun aksine Zerre’yi görmeye gelenler oturacak yer bulamadı. Hatta halk arasındaki hararet oldukça yükseldi, Malatyalılar film izlemek için adeta birbirleriyle koltuk kapmaca oynadı. “Benim biletim var, daha satışa sunulduğu ilk gün aldım.” diyen de oldu “Festival konukları kalksın biz oturalım.” diyen de… Nitekim öyle de oldu. Sinema yazarı ve uluslararası yarışma filmi jürisinde olan Alin Taşcıyan yerini bir seyirciye vererek filmi salondaki basamaklara oturarak izledi. Zerre deyince filmin başrol oyuncusu Jale Arıkan’ı da es geçmek olmaz. Festival boyunca en egosuz hali ve elinden düşürmediği mısırıyla bol bol film izledi. Her konuşmak isteyenle uzun uzun sohbet etti. Türkiye’de oyuncuların birçoğu halktan kaçarken o yüzündeki samimi gülümsemeyle herkesin kalbini kazandı. Zerre filmindeki performansıyla jüriyi de etkilemiş olacak ki En İyi Kadın Oyuncu Ödülü onun oldu.

Hababam Sınıfı

Festivalin en özel konuklarıydı onlar. Hababam Sınıfı’yla büyüdük hepimiz… Hâlâ da her izledikçe içimiz ısınıyor, eğleniyor, keşke o sınıfta biz de olsak diyoruz. Yıllar sonra Malatya’da tekrar bir araya geldi Hababam Sınıfı öğrencileri. Büyümüş koca koca adam olmuşlardı. Kimi mühendis, kimi müzisyendi artık. Onları yakından tanıyınca Hababam Sınıfı’nın neden bu kadar gerçek olduğunu da daha iyi anladım. Çünkü oyun oynamıyorlardı. Oldukları gibiydiler. Hâlâ sıkı dostlardı. Hani okuldan hep birlikte kaçıp maça gidiyor ya da binbir zorlukla okulun altına tüneller açıp yine hep birlikte Mahmut Hoca’nın odasında alıyorlardı ya soluğu, işte Malatya’da da öyleydiler. Hep birlikte yine muzur, yine yaramaz. Birlikte halay çektiler, birlikte güldüler ve hüzünlendiler. İyi ki Malatya’dan geçtiler…

Tepenin Ardı…

Tıpkı Hababam Sınıfı gibi Tepenin Ardı filminin oyuncuları da birbirleri ile sıkı dost, abi kardeş olmuşlardı. Yönetmen Emin Alper çok iyi bir oyuncu kadrosu oluşturmuştu. Oyuncuların birbirleri ile olan uyumu ve abartıdan uzak halleri onlara toplu ödül kazandırdı. Anlaşılan o ki En İyi Erkek Oyuncuyu ararken, jüri Tepenin Ardı filminin oyuncularından hiç birine kıyamamıştı. Filmde ustalar da vardı ilk kez kamera karşısına geçenler de. Böyle bir ekipte tüm oyuncuların En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü alması ustalarla çırakların birlikte ne kadar uyumlu çalıştıklarının da bir ispatı niteliğindeydi. Yönetmen Emin Alper filmde evrensel bir konuyu öyle güzel bir sadelikle anlatmıştı ki En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini alması hiçte şaşırtıcı olmadı.

Nemrut…

Festival ekibi bir hafta boyunca konukları memnun etmek için canla başla çalıştı. Özellikle Nemrut gezisi için emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilirim. Başlarda kararsızdım, gitsem mi kalsam mı? Sonra dedim kendi kendime “İnsanlar burayı görmeye dünyanın öbür ucundan geliyor, ben iki saatlik mesafeden üşeniyorum, hadi kalk düş yollara…” İyi ki de düşmüşüm yollara. Sonbaharın tüm güzelliği yansımıştı Nemrut Dağı’na. Gitmeden önce öyle gözümüzü korkuttular ki üç dört kazağı giyip çıktık dağın başına. Güneşe orada ‘Merhaba’ dedik. O da bizi üzmedi ısıttı içimizi… Büyülü bir yer Nemrut. Ayak bastığınız an değişik, garip bir hisse kapılıyorsunuz. Efsanevi heykeller hoş geldiniz der gibi göz kırpıyor sanki size. Kısacası çok güzel bir geziydi ama bu kadar özel bir yerin yollarından bahsetmeden de geçemeyeceğim. Virajlı yolların yeni yapıldığı söyleniyor fakat yollarda korkuluk yok ve mıcırlı. Karanlık bir yolda uçurum kenarında gidiyorsunuz. Ayrıca Nemrut gibi tarihi önemi olan bir yer için herhangi bir güvenlik önlemi de alınmış değil… Heykeller sadece bir zincirle çevrilmiş, o zinciri de herkes çok rahat aşabildi zaten. Bence bu kadar özel bir yere daha fazla yatırım yapılmalı. Buradan yetkililere seslenmiş olayım. Belki birileri sesimi duyar.

(17 Kasım 2012)

Yeliz Bozkurt