Hoşçakal Kaptan!

Ne zaman “eğitim sisteminin tepeden tırnağa yenileneceğine” veya “herşeyin öğrenci merkezli olacağına” ilişkin görüşler okusam, aklımdan o muzip gülüşün geçerdi.

Sen ve Sidney Poitier… 50’lerin öfkeli gençlerine ışık tutan “Karatahta Ormanı” ve “Sevgili Öğretmenim”, Norman Mailer’ın ‘en berbat on yıl’ olarak nitelendirdiği dönemde epey ses getirmişti, biliyorum; ama kendisini “aklın ve bilimin ışığında yol alan” (!) sistemin kollarından henüz kurtaran bizim kuşak için bir başka öneme sahipti kurduğun dernek.

Öğrenim yaşamım, Ç harfinin kuyruğunu çapraz atmamızın başımıza büyük belâlar açacağını, bazı şairlerin “sakıncalı” dizelerini öğrenmenin geleceğimizi nasıl karartacağını dinlemekle geçti. Çok soru sormak ve o sorular üzerine düşünmek tehlikeliydi. Çevremizde yatarken bile terliklerini disiplinli biçimde “hizaya sokan” insanlar çoktu; ama ne mutlu ki bize, “başka türlü bir şey benim istediğim” diyenler henüz sağdı!

Evet, biraz ürkek, biraz mahçup; ama her defasında kararlı olan o gülüşe hayat verdiğin için seni hiç unutmayacağım. Elbette bütün bir oyunculuk yaşamını tek bir filme sığdıracak değilim. Yine de en çok, sıranın üzerine çıkarak “sıradan çıkmanın” ne demek olduğunu bizlere çok iyi anlattığın için seni hatırlayacağım. Ve aradan geçen upuzun yıllar boyunca, bilmem kaçıncı kez yeniden karılan ve dağıtılan ellerde sonucun hiç değişmediğini, tek tip fabrikalarda hep aynı biçimde öğütülmeye çalışılan milyonlarca çocuğun olduğunu düşününce, böyle ansızın çekip gidişine de hiç kızmayacağım. Sonuçta Ahmet Telli’nin dizelerindeki gibi değil mi herşey:

“Mağlubuz…
Durmadan kazanan bu hayat
Basit bir üçkâğıtçı sadece, bir sahtekâr…”

(14 Ağustos 2014)

Tuncer Çetinkaya