İnsanları Seyreden Güvercin

Roy Andersson’un yönettiği ve Holger Andersson, Nils Westblom, Charlotta Larsson ile Viktor Gyllenberg’in oynadığı İnsanları Seyreden Güvercin (En Duva Satt på en Gren Och Funderade på Tillvaron – A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence), 26 Aralık 2014’de M3 Film dağıtımıyla Filmartı Film tarafından vizyona çıkarıldı.
İki gezgin satıcıyı izleyen film, günümüzün, geçmişin ve geleceğin karmakarışık dünyasına absürd ve gerçekçi bir bakış atıyor. Film, bize yaşamın ihtişamını, insanoğlunun kırılganlığını, içimizdeki mizahı hatırlatıyor; tıpkı bir ağacın dalına tünemiş ve bizleri seyreden bir güvercin gibi.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor

Çılgın Kamp

Aram Gülyüz ile Emir Khalilzadeh’in yönettiği ve Burak Temiz, Murat Prosçiler, Eda Gülten ile Yiğit Alp’ın oynadığı Çılgın Kamp, 23 Ocak 2015’de Özen Film dağıtımıyla Kadraj Yapım tarafından vizyona çıkarıldı.
Aynı mahallede yaşayan fakat araları pek de iyi olmayan iki arkadaş grubu bir yaz kampına gider. Diğer yandan tek amacı büyük hazineyi ele geçirmek olan Azmanlar çetesi de hapisten kaçıp kampı ele geçirmeye çalışırlar. Bu talihsiz rastlantı çocukları ve Azmanlar çetesini karşı karşıya getirince de iş başa düşer. Barış ve Savaş aralarında anlaşmaya varırlar ve Azmanlar çetesine karşı işbirliğine girerler. Küçük kafadarlar kampı koruyacaklardır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman

Bir Gece

Ulaş Yiğit Ülker’in yönettiği ve Wilma Elles, Hakan Eratik, Ali Pınar, Adem Yılmaz, Muhammed Cangören, Özgür Emre Yıldırım ile Efe Deprem’in oynadığı Bir Gece, 02 Ocak 2015’de Özen Film dağıtımıyla Film 12 tarafından vizyona çıkarıldı.
Her insanın bir hikâyesi vardır ve bütün hikâyeler birbirine bağlıdır. İstanbul için sıradan bir gecedir. Eski bir kimya öğrencisi olan Batuhan, patronu Levent’e verdiği sözleri yerine getiremez. Batuhan, ihtiyacı olan parayı bulmak amacıyla çıktığı yolda farkında olmadan altı kişinin daha hikâyesine yön vermektedir. Teori ne diyordu? Altı derece.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Bir Gece yazısına devam et

Bahar İsyancıdır, New Delhi International Film Festival’de Yarışıyor

Selma Köksal’ın yönettiği ve Volga Sorgu, Selma Köksal, Çimen Turunç Baturalp ile Yıldıray Şahinler’in oynadığı Bahar İsyancıdır filmi Hindistan’ın 4. Uluslararası Keşmir Film Festivali’nde En İyi 2. Film ödülü aldıktan sonra şimdi de New Delhi International Film Festival’in yarışma bölümüne kabul edildi. Bahar İsyancıdır, çok sayıda Asya ve Latin Amerika filminin yarışacağı festivalin yarışma bölümüne katılan tek Türk filmi. Film, bir tiyatro topluluğunun öyküsünü anlatıyor.

Karda Bir Beyaz Kuş

Gregg Araki’nin yönettiği ve Shailene Woodley, Eva Green, Christopher Meloni ile Shiloh Fernandez’in oynadığı Karda Bir Beyaz Kuş (White Bird in a Blizzard), 19 Aralık 2014’de M3 Film dağıtımıyla Filma Ltd. tarafından vizyona çıkarıldı.
Kusursuz ev kadını Eve ortadan kaybolunca, 17 yaşındaki kızı Kat, yıllardır onu ezen duygusal baskılardan kurtulmanın heyecanıyla annesinin yokluğunu hiç yadırgamaz. Bir yandan büyüme sancıları çekerken bir yandan da rüyalarında annesinin yardım çağrılarını görmeye devam eder. Ne var ki zaman geçtikçe Kat, sonunda kendi inkarını görecek ve annesinin gidişi hakkındaki gerçekleri kabullenecektir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Karda Bir Beyaz Kuş yazısına devam et

Yeni Film Dergisi 33 – 34. Sayı Çıktı

Yeni Film Dergisi’nin 33 – 34. sayısında Özge Özdüzen’in Ben O Değilim, Ayşe de Zaten Yok; Yusuf Güven’in Kış Uykusu’ndan Gezi’de Uyandık; Murat Arpacı’nın Son Şans: Biyo-teknoloji ve Bildiğimiz Gerçekliğin Sonu; Aylin Sayın’ın Sivas: Çocukluğa Masumiyete ve Köpeklere Dair; Tülay Dikenoğlu’nun Unutursam Fısılda: Şu Samimiyet Maskesi; Fatoş Usta’nın Hüznü Öfkeye Tercih Etmek: Vecide; Metin Kaya’nın Zonguldak’tan Soma’ya başlıklı yazıları dikkat çekiyor.

Esnafı Adalet Savaşçısına Dönüştürmek

Sinema tarihinde adaleti kendi yöntemleriyle sağlamaya çalışan ilk esnaf kimdir, bilemiyorum ama söz konusu olan, sorunlara “kişisel” olarak neşter vurulması ise, 100 yılı aşkın gelenek bizlere oldukça zengin bir miras bırakmıştır.

Griffith ve Sternberg’ün sessiz dönemde taşlarını döşediği yolda yürümeye başlayan ilk adamlar birer esnaf sayılırdı. Özellikle Büyük Bunalım sonrası ortaya çıkan boşluğu “bileklerinin ve namlularının gücü sayesinde” doldurmayı başaran bu parlak ticari zihniyetin / mafyanın sinemasal yorumu, o yılların ahlâk duvarlarına -ve HAYS Yasası’na- çarpıp dönse de, parlak bir başlangıç sayılabilirdi. En hakiki dokunuşlara 60’ların ikinci yarısından sonra sahip olacak bu sinema, kara filmlere doğru evrildiğinde, temsiliyeti sağlamak özel dedektiflere nasip oldu. İlginçtir; sözü edilen filmlerde kanun adamlarının asayişi yeterince tesis edememesinin yarattığı atmosfer, modern sinemanın da temel tezleri arasına katılacaktı. Yozlaşmış polislerin, hukuk ve siyaset adamlarının cirit attığı bir ortamda, etrafı femme fatale ile çevrilmiş; içe dönük, kendisine ve topluma güvensiz birey, çoğu zaman “yoldan çıkma eğilimi” gösterse de, bazen de polis veya hakim rolüne soyunabiliyordu.

“Bullitt” ile “sağa sinyal veren” ve erken 70’lerin habercisi sayılan bir anlayış, perdeye “Dirty Harry” ve “The French Connection”ı emanet ederken, adalet ve kanunlara bakış açısı çoğu zaman ikircikliydi: İlk bakışa göre polisler geri dönmüşlerdi! Aykırı da olsalar, “sokakları pislikten temizlemek için” görev aşkıyla yanıp tutuşuyorlardı. Madalyonun öteki tarafında ise masumiyetlerini pekiştirecek bir yan vardı: Adalet mekanizması öylesine kirlenmişti ki, kahramanlarımıza oyunu kendi kurallarıyla oynamaktan başka yol kalmıyordu. Hırsızlar, katiller ve tecavüzcülerin elini kolunu sallayarak gezindiği metropolleri kâbustan kurtarmanın yolu, sorunları “kişiselleştirmekten” çekinmeyen “bireyci” kanun adamlarının namlularından geçiyordu. Bir başka deyişe bu filmler düzeni sağlamak adına o düzeni eleştirerek muhafazakâr bir muhalefetin de temsilcisi oldular; ancak tehlikeli bir sürece yeşil ışık yakmaları anlamında yeni bir yönelime de şimşek çaktılar.

Böylelikle 70’lerin ikinci yarısına kadar geçen süreçte, ortaya ilginç bir hesaplaşma manzarası çıktı: Suçluyu, onun yaratan toplumsal koşullardan ve devletten soyutlamayan, 30’ların ahlâki ve hukuki normlarıyla oynama pahasına daha gerçekçi bir dil yakalamaya çabalayan liberal yönelimler ve yukarıda sözünü ettiğimiz bakışın ürünü olan filmler. İbrenin orta noktaya işaret ettiği duraklardan birinde sahneye çıkan “esnaf” Travis Bickle (Taxi Driver, 1975), bu kafa karıştırıcı dönemden en çok nasibini alan kahramanların başında yer alıyordu. Ruhsal bir bunalımın pençesinde kıvranıyordu, kafasında Vietnam’ı öldürememişti, ama sisteme uyum sağlamak için çabalıyor; bu anlamda, söz gelimi Rambo’dan çok daha anlamlı bir yönelime işaret ediyordu. Onun başarısızlığı ve intikama yönelmesi bir “düzen sorunu” idi. Aldığı tepkilerden şaşkına dönen Scorsese, hedefinin toplumu teşhir etmek olduğunu iddia etse de, Bickle’ın aynada aksine silah doğrultan görüntüsüyle özdeşleşen yığınlar nerede duruyordu?

Polise iade-i itibar kazandırma eğiliminin bir sonuç değil başlangıç olduğu, 80’lerde iyice açığa çıkacaktı. Sokaktaki adam ya da masum metropol insanı olsun farketmez; kişisel trajedilerden ölümcül sonuçlar doğuracak intikamcılar kapıda belirmiş; yani “gerektiğinde asayişi tesis eden polis, gerektiğinde de adaleti sağlayan hakimlerin” zamanı gelmişti işte! Paul Kersey’nin (“Death Wish”, 1974) -sıradan insanın ilkel içgüdülerini harekete geçirmeyi başaran senaryo sayesinde- soğukkanlılıkla suçluları öldürdüğü yeni dünyanın asil kahramanları aile babalarının, mimarların ve esnafların arasından çıkıyordu!

Şimdi koltuğunuza yaslanın ve “First Blood”ın, “The Equalizer”ın, “John Wick”in adalet savaşçılarını, intikamcılarını hatırlayın. Süper kahraman filmlerinin en gereksiz figürleri olan polislerin; Spider’ın, Superman veya Batman’in işini ne kadar zorlaştırdığını gözünüzün önüne getirin. Şiddetin kaçınılmazlığını acı deneyimler sonucu kavrayan Lewis, Ed, Drew ve Bobby’nin (“Deliverance”, 1972), David’in (“Straw Dogs”, 1971), Clyde’ın (“Law Abiding Citizen”, 2009) trajedilerini gözünüzün önüne getirin: Göreceksiniz ki, bir adalet savaşçısı, kanun adamı veya yargıç olmanızın önünde çok da engel yok. Ana akım sinemanın kimi örneklerini ve devlet adamlarının “hassas” uyarılarını rehber kılacaksak eğer; silahları kuşanmanın, bıçakları bilemenin ve hatta palaları kuşanmanın zamanı geldi de geçiyor demektir!

Gazamız mübarek olsun!

(18 Aralık 2014)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü