Meltem Parlak’ın İlk Filmi Koltuk Artık Internette

Meltem Parlak’ın yazıp yönettiği, başrolünü İrfan Kangı ile paylaştığı Koltuk artık internette. Film, kocası tarafından aldatıldığını öğrenip boşanma kararı veren Meryem’in psikologu ile arasında geçen, yer yer dolu, yer yer mizah dolu, diyaloglardan oluşuyor. Bu seanslar sırasında Meryem, boşanma sürecindeki çelişkilerine, yalnız kalma korkusuna ve terapist ile danışan arasındaki ilişkinin sınırlarına dair çeşitli sorulara cevap arıyor.

  • Basın Bülteni
  • Filmi izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Çinçin Bağları Hikayesi’nin, Allah Allah da Kul Kul Değil ki… Repliği Herkesin Dilinde

Ankara’nın Çinçin mahallesinin bağrından çıkmış üç delikanlının, mahallenin ortak sorunlarına çözüm bulmaya çalışırken başından geçen olayları esprili bir dille anlatan Yolunda A. Ş.: Çinçin Bağları Hikayesi, doğma büyüme Ankaralı bir ekip tarafından filme alındı. Fehmi Kır karakteriyle özdeşleşen Oyuncu Erdağ Yenel: “Yolunda A. Ş., Çinçin’le özdeşleşmiş bir proje. Senaryo sürecinden, filmin çekim sürecine kadar mahallelinin aktif bir katılımı oldu. İnsanlar dükkânlarını, evlerini, sofralarını açtılar. Sosyal medyada ve sokakta, filmin duyuru çalışmaları da bu birliktelikle ilerliyor. Filmin afişini basıp, evinin balkonuna asan bir izleyici kitlemiz var.” dedi.

Annemin Şarkısı, 16. Lecce Avrupa Filmleri Festivali’nden En İyi Film Ödülü ile Dönüyor

Erol Mintaş’ın ilk uzun metraj filmi Annemin Şarkısı (Klama Dayîka Min), 13 – 18 Nisan 2015 tarihleri arasında İtalya’da düzenlenen 16. Lecce Avrupa Filmleri Festivali’nde En İyi Film’e verilen Altın Zeytin Ağacı ödülünü kazandı. Annemin Şarkısı, 6 kıtaya yayılan 30 farklı film festivalinde gösterilmişti. Bugüne kadar 7 ulusal ve 7 uluslararası ödül kazandı. 20. Saraybosna Film Festivali’nden En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini kazanan Annemin Şarkısı, 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi İlk Film dahil olmak üzere 4 ve 5. Malatya Film Festivali’nden 3 önemli ödülle döndü. Filmin DVD’si de Mart ayı içerisinde raflardaki yerini aldı.

34. İstanbul Film Festivali Günlüğü: 19 Nisan 2015 Pazar

İstanbul Film Festivali’nin son gününde Ustalar bölümünden Mohsen Makhmalbaf’tan Başkan filmi Atlas Sineması 11:00 seansında, Ermanno Olmi’nin Her Yer Yeniden Yeşerecek adlı filmi Rexx Sineması’nda 11:00’de, Michael Winterbottom’dan Meleğin Yüzü Rexx Sineması Salon 2’de 16.00’da seyredilebilir. Sırbistan’dan Barbarlar, 11:00’de Beyoğlu Sineması’nda, Hırvatistan’dan Kurallar Böyle, 19:00’da Rexx Sineması Salon 2’de izlenebilir.

34. İstanbul Film Festivali Günlüğü: 19 Nisan 2015 Pazar yazısına devam et

Film Arası Dergisi Sansür Tartışmalarıyla İlgili Açıklama Yaptı

Bakur adlı belgesel filmin 34. İstanbul Film Festivali’nde gösteriminin gerçekleşmemesi üzerine gelişen olaylar hakkında okurlarının görüşlerini açıklamasını istediğini belirten Film Arası Dergisi konuyla ilgili bir açıklama yayınladı. Açıklama şöyle: “34. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterimi gerçekleştirilmeyen ve yönetmenliğini Çayan Demirel ile Ertuğrul Mavioğlu’nun yaptığı Bakur adlı belgesel etrafında yoğun bir tartışma yaşanıyor. Ankara Film Festivali’ni de etkilediği aşikar olan bu tartışmalar bugün gerçekleştirilen yürüyüşle devam etti ve ileriki süre zarfında da …”

Tedirgin Edici Ama Usul Usul: Hitchcock

Gerilim sinemasının yaratıcılarından büyük Alfred Hitchcock’un “Arka Pencere” ve “Ölüm Korkusu” filmlerinin gerilimiyle tedirgin edici yolculuğa çıkarmak istedik.

“Arka Pencere…”

Sinemanın gerçek anlamda büyük ustalarından Alfred Hitchcock’un 1954 yapımı renkli “Rear Window-Arka Pencere”, her şeyi usul usul anlatan ve merak duygusunu son ana kadar götüren, şaşırtıcı ve aşılmaz bir başyapıt. Paramount’un sunduğu bu suç-gerilimi, Cornell Woolrich’in “It Had to Be Murder” adlı kısa hikâyesinden beyazperdeye aktarılmış. Senaryoyu da John Michael Hayes yazmış. Çok az gerse de, daha çok insanın içinde dolaşıyormuş hissi veren müzikleri Franz Waxman bestelemiş. İlham ve heyecan veren kamerayı da usta Robert Burks kullanmış. Filmin büyük bölümü tek mekânda, Jeff’in dairesinin salonunda geçiyor. Son bölümde kamera bir an dışarı çıkıyor sadece. Hitchcock, bu filminde sıkça kararma-açılma tekniği kullanmış. Bu film, Nisan 1956’da ülkemizde “Arka Pencere” adıyla vizyona girmişti. Bu film, Paramount’un, Hollywood’daki stüdyolarında kurulan setlerde çekildi.

New York… L. B. “Jeff” Jefferies (James Stewart), iş kazası yüzünden yedi haftadır sol bacağı alçıda bir derginin foto muhabiri. Moda dergisinde çalışan sosyeteden bir de güzel sevgilisi Lisa Carol Fremont (Grace Kelly) var. Film ön jenerikte, diğer apartmanların sakinlerinin sabah telaşları üzerine açılıyor. Jeff’in dairesinin penceresinden öne doğru giden kamera, az gerilimli, çok neşeli müzik eşliğinde film boyunca fark edilecek insanları sabahın mahmurluğunda yansıtırken, seyircileri de dikizci yapıyor. Dikizci olmanın gerilimi ve heyecanına dokundurabiliyor Hitchcock. Kamera, tekerlekli sandalyede uyuyakalmış Jeff’i gösteriyor. Kamera yine apartmanları gösteriyor. Derinlikte cadde de fark ediliyor. Stella’nın “Bayan Heykel” (Miss Torso) dediği bale giysili sarışın kadın (Georgine Darcy) dans ederek kahvaltı hazırlıyor. Kamera içeri doğru kayıyor ve Jeff’in sol ayağının alçılı olduğunu fark ettiriyor. Kamera, salonda usulca sola çevrinerek (pan yaparak) Jeff’in çektiği fotoğrafları ve çalıştığı dergiyi gösteriyor. Kameranın yavaşça çevrinmesi, burada olan her şeyin Jeff’e ait olduğunu fark ettirmek için. Uyanan Jeff’in gözü balerin kıza takılıyor. Sonra editörü Gunnison’la (Gig Young) telefonda konuşuyor Jeff. Ardından gözü bir pencereye takılıyor. Kadın yatak odasında uyanıyor. Beyaz saçlı ve gözlüklü kocasıyla tartışıyor. Adam sonra apartmanların ortak bahçesinde çiçeklerle uğraşmaya başlıyor.

Her sabah olduğu gibi Jeff’in sigortadan hemşiresi Stella (Thelma Ritter) geliyor daireye. Stella, Jeff’in karşı daireleri dikizlediğini biliyor ve onu eleştiriyor. Stella, geçmişte yaptığı tahminin tuttuğunu söylüyor. 1929’daki ekonomik krizin geleceğini bilmiş. Çünkü o zamanlar General Motors’un üst düzey yöneticisinin hemşireliğini yapıyormuş. Doktorlar bu müdürün böbrek hastasını olduğunu söylerken, Stella da onun sinirli olduğunu savunmuş. Sonra da düşünmüş. Koca şirketin bir müdürü neden sinirli olur, diye. Dikizlemeler yüzünden Jeff’in başına bir şey geleceğini düşünüyor Stella. Ardından Jeff’in günlük bakımını yapıyor. Jeff’in genç ve güzel sevgilisi Lisa’yla evlenmesini istiyor. Çünkü Lisa âşıkmış Jeff’e. Ama Lisa Carol Fremont, sosyeteden ve Jeff de bir maaşla geçinen biri. Üstelik dünyayı da dolaşıp duruyor foto muhabiri olarak. Stella, “Bir kadınla bir erkek birbirlerini gördüklerinde birbirlerine koşmalılar” diyor. Tıpkı Broadway’deki taksiler gibi. Karşı dairelerden günlük yaşam da akıp gidiyor. Jeff’in gözü yeni evlenmiş bir çifte takılıyor. Damat (Rand Harper), gelini (Havis Davenport) kucağına alıyor, mutluluk yuvalarına taşıyor. Akşam çöküyor. Stella çıkarken, ondan teleobjektifli fotoğraf makinesini istiyor Jeff. Biliyorsunuz, teleobjektifi, öncü yönetmenlerden Rus Dziga Vertov’un kardeşi büyük kameraman Mikail Kaufman bulmuştu.

Akşam çökerken… Sonunda o geliyor. Lisa gelir gelmez, tutkuyla âşık olduğu Jeff’in dudaklarına öpücük konduruyor. Ardından daireye garson Carl (Ralph Smiley) giriyor. Restorandan yemek sipariş etmiş Lisa. İnsanı büyüleyen bu sarışın genç kadın moda dergisinde hobi olarak çalışıyor. Akşam ışıklar yansıyor pencerelerden. İnsanlar evlerine dönmüşler. Stella’nın, “Bayan Yalnız Kalpler” (Lonelyhearts) dediği (Judith Evelyn) orta yaşına gelmiş yapayalnız bir kadın, sanki biri gelecekmiş gibi mükellef bir sofra hazırlıyor. Masanın ortasında da mum var. Bayan Yalnız Kalpler, masaya oturuyor, karşısında biri varmış gibi içki kadehini yudumluyor.

Sabah… Stella’nın, “Bayan Heykel” dediği balerin giysili genç kadın yine aynı canlılıkla kahvaltı masasını hazırlıyor dairesinde erkeklerle. Jeff’in gözü, sabah kavga eden karı-kocanın pencerelerine takılıyor birden. Koca, yataktaki karısına tepside yemek götürüyor. Koca, salona geçiyor, telefonla konuşuyor. Kadın yataktan çıkıp salona geliyor, tartışıyorlar. Bir başka dairede besteci-piyanist (Ross Bagdasarian), hüzünle piyanosunun tuşlarına dokunuyor. Onun çaldıkları ve dinlediği müzikler filmin de bir parçası oluyor. Lisa’yla Jeff, akşam yemeği yiyorlar baş başa. Jeff, kendisine gözüne perde inmiş gibi âşık Lisa’ya hem hayatın hem de kendinin gerçekliğinde söz ediyor. Onu yanıltmak istemiyor. Lisa’ysa kırılıyor. Hüzünlü ayrılıyor oradan.

Gece… Tekerlekli sandalyesinden yine pencerelere bakınıyor Jeff. Ardından uyuyakalıyor. Gök gürüldüyor. Uyanıyor. Kavga eden karı-kocanın dairesine bakıyor. Koca, daireden çıkıyor. Caddenin karşısına geçiyor. Çok geçmeden geri dönüyor. Besteci-piyanist de dairesine geliyor kederler içinde. Piyanonun üstündeki nota kâğıtlarını öfkeyle savuruyor. Öte taraftan koca daireden yine ayrılıyor. Bu defa elinde valiz de var. Görüntü kararıyor. Gece sürüyor. Balerin kadın dairesine geliyor ve peşindeki erkeği dairesine almak istemiyor. Koca yine daireye dönüyor. Jeff’in gözkapakları ağırlaşmaya başlıyor, görüntü kararıyor. Sabah… Kamera hızla sağa çevriniyor. Koca daireye dönmüş. Sonra kamera sola çevriniyor, tekerlekli sandalyede uyuyan Jeff’i gösteriyor. Stella da gelmiş. Koca pencereden bahçeye bakarken, birden Jeff’i fark ediyor, tedirgin oluyor. Stella giderken ondan dürbünü istiyor Jeff. Görüntü yakın planla kaşlı yansıyor. Bir şeylerden şüphelenmeye de başlıyor. Teleobjektifli fotoğraf makinesiyle daireyi dikizlemeye başlıyor sonra. Koca, testereyi kâğıda sarıyor. Adam yatak odasında yatağa uzanıyor. Karısı yok. Diğer dairede besteci- piyanist dairesini temizliyor. Jeff’in gözleri apartman pencerelerinde dolaşıyor. Lars’ın dairesinin üst katında oturan ve hava sıcak olduğunda balkonda uyuyan çiftin (Frank Cady-Sara Berner) balkonundan kadın sepet içinde süs köpeğini bahçeye indiriyor. Her şey olağan akışında sürüp gidiyor. Kamera hızla apartmanlar üzerinde dolaşıp duruyor. Lisa geliyor. Önce dudaklarına öpücük konduruyor. Jeff, karşı dairedeki kocanın şüpheli davranışlarını anlatıyor Lisa’ya. Karşı dairenin yatak odasının penceresi kapalı duruyor. Salondaysa kocanın elinde ip fark ediliyor. Jeff, kocanın karısını öldürdüğünü düşünüyor. Jeff, kocanın karısını öldürüp, cesedini de testereyle parçalara ayırdığını düşünüyor.

Ertesi sabah Jeff, eski arkadaşı polis dedektifi Teğmen Tom Doyle’u (Wendell Corey) telefonla arıyor, cinayet işlendi diye. Stella da gelmiş. Koca pencerede sigara içiyor. Balerin genç kadın yine dans ederek kahvaltı hazırlıyor. Nakliyeciler kocanın dairesine geliyorlar. Sandığı taşıyorlar. Koca, nakliyeciler gittikten sonra salonda telefon ediyor. Sonra polis dedektifi Doyle geliyor Jeff’in dairesine. Doyle, “Cinayet en son şeydir” diyor. Salondaki kocaya bakan Doyle, “Cinayet işleyenler öyle görünmez” diye bir şeyler söylüyor. Bahçede küçük süs köpeği bir çiçeğin dibini eşelemeye başlıyor, ardından görüntü kararıyor. Doyle koca hakkında bilgi de toplamış. Lars Thorwald (Raymond Burr), bir satıcıymış. Karısı Anna da (Irene Winston) hastaymış. Altı aylığına bu daireyi kiralamışlar. Doyle’un gözü balerin kadına takılıyor. Doyle, Lars’ın hasta karısını sabahın altısında trenle şehir dışına yolcu ettiğini söylüyor.

Küçük süs köpeği yine sepetle bahçeye indiriliyor. Jeff fotoğraf makinesini alıyor, makyaj yapan Bayan Yalnız Kalpler takılıyor. Yine kederler içinde. Sürekli içiyor kadın. Besteci-piyanistin dairesinde iki kadın var. Balerin kadında arkadaşlarının yanında neşeli dans yapıyor. Bayan Yalnız Kalpler, dışarı çıkıyor. Caddenin karşısına geçip kafenin dışarıdaki masalarından birine oturuyor. Lars, dairesine geliyor, elinde bir paketle. Jeff hemen telefonla Doyle’u arıyor, not bırakıyor. Lars, salonda karısı Anna’nın çantasını boşaltıyor. İçinde mücevherler var. Besteci-piyanistin dairesinde de parti düzenleniyor o sırada. Lars dışarı çıkıyor. Lisa geliyor ve hemen kucağına oturuyor ve dudağına öpücük konduruyor Jeff’in. Çok geçmeden Doyle da geliyor daireye. Lisa, Doyle’a mücevherlerden söz ediyor Lars’ı suçlamak için. Doyle, Lars’ın katil olduğuna inanmıyor. Sandık, testere ve mücevherler onun için tam kanıt değil. Sandığı Anna’nın teslim aldığını söylüyor Doyle. Acaba Doyle onlardan bir şeyler mi saklıyordu? Bayan Yalnız Kalpler, dairesine genç bir adamla (Harry Landers) geliyor. Çok geçmeden gence tokat atıyor ve dairesinden kovuyor. Lisa pencereyi kapattığında görüntü de kararıyor. Lisa geceliğini giyip tüm güzelliğiyle Jeff’in karşısına geçtiğinde dışarıdan bir kadın çığlığı duyuluyor. Köpeğini her zaman sepetle aşağı indiren kadının köpeği öldürülmüş. Apartmanların tüm sakinleri de bu çığlıkla pencerelere koşuyorlar. Stella da gelmiş. Lars dairesinde valizine elbiselerini yerleştirdiğini görüyorlar. Lisa, Lars’ın diresinin kapısına gidiyor ve bir not bırakıyor. Piyano tınıları duyuluyor. Lars notu alıyor, okuyor. Stella, teleobjektifli fotoğraf makinesiyle Bayan Yalnız Kalpler’i dikizliyor. Kadın haplarla intiharı düşünüyor gibi. Çok geçmeden Lisa geliyor. Acaba çiçek dibinde ne vardı? Jeff, telefon rehberinde Lars’ın numarasını bulup onu arıyor ve daireden çıkması için ikna ediyor. Lars gittikten sonra Lisa ve Stella bahçeye inip çiçeğin dibini kazsalar da bir şey bulamıyorlar yaşadıkları gerilim dışında. Şarkı yazarı piyanistin dairesinden caz tınıları yükselirken, inatçı Lisa, Lars’ın dairesine tırmanıyor. Dairede Anna’nın çantasını buluyor. Çantanın içi de boş. Jeff ve Stella’nın dikkatleri Bayan Yalnız Kalpler’e kayınca, o sırada Lars geliyor ve Lisa’yı yakalıyor. Çok geçmeden polis geliyor. Lisa, gizlice Jeff’e parmağına taktığı evlilik alyansını gösteriyor. Ama Lars fark ediyor ve Lisa’nın nereyle iletişim kurduğunu görüyor. Hırsızlık suçundan polisler Lisa’yı götürüyorlar. Jeff, hemen telefonla Doyle’u arıyor Lisa için.

Salonda yalnızca Jeff var ve karanlık atmosferde gerilim yükseliveriyor. Dairenin kapısından koridorun ışığı yansıyor. Lars, Jeff’in dairesine giriyor. Jeff, fotoğraf makinesinin flaşını patlatarak Lars’ın gözünü kamaştırıyor. Lars, “Benden ne istiyorsun” diyor. Ardından parasının olmadığını ve evlilik yüzüğünü istiyor hemen Jeff’ten. Acaba Lars’ın işleri mi bozulmuştu? Kapitalizmin vahşi acılarını mı yaşıyordu Lars? Ani hareketle Jeff’i yakalayan Lars, onu pencereden aşağı atmaya çabalarken, Lars’ın dairesine Doyle ve ekibi baskın yapıyor o sırada. Jeff’in de dairesine giren polisler Lars’ı yakalıyorlar, ama pencereden sarkan Jeff aşağı düşüyor. Kamera ilk bu anlarda dışarı çıkıyor. Acaba Lars karısını öldürüp, testereyle doğrayıp nehre mi atmıştı? Filmi görmek gerek. Merak ve gerilim iyidir çünkü.

Sabah. Fonda opera şarkısı duyulurken, kamera filmin girişindeki gibi apartmanların sakinlerini dikizliyor. Hiçbir şey olmamış gibi hayat kendi akışında sürüp gidiyor. Balerin genç kadının asker sevgilisi Stanley (Benny Barlett) geliyor. Kamera içeri giriyor ve Jeff yine tekerlekli sandalyede. Bu defa diğer bacağı da alçıda Jeff’in. Lisa da tüm güzelliğiyle orada. Kamera, sağa çevrinerek uzanmış Lisa’yı, özgürlük savunucusu Amerikalı hukukçu-yazar William O. Douglas’ın (1898-1980) “Beyond the High Himalayas” kitabını okurken gösteriyor. Bu bitiş bölümünü de tıpkı giriş bölümü gibi tek çekimle yansıtmış usta. Can sıkıntısı günler de devam edecek Jeff için.

“Ölüm Korkusu…”

Büyük Alfred Hitchcock’un başyapıtlarından 1958 yapımı renkli “Vertigo-Ölüm Korkusu”, eski polis dedektifinin, yapay bir şizofreninin ortasında zihinsel bulanıklığını yaratıcı bir sinemayla yansıtan bir başyapıt. Paramount’un sunduğu bu suç-gerilimi, 1954’te Fransız yazarlar Pierre Boileau ve Thomas Narcejac’ın ortak yazdıkları “D’Entre les Morts” romanından uyarlanmış. Senaryoyu da Alec Coppel ve Samuel A. Taylor beraber yazmışlar. Ruh halini dışarı çıkartan müzikleri Bernard Herrmann bestelemiş. Filmin çarpıcılığına kurgu çalışmasıyla büyük katkı sunan George Tomasini’nin de hayal gücünü hatırlatmalı. Bu filmde Hitchcock, sıkça zincirlemeli geçişler kullanmış. Çarpıcı görüntüleriyse kameraman Robert Burks yansıtmış. Ustanın bu filminde San Fransisko şehri güzelliğini hiç bu kadar göstermemişti. Kamerayla, bu müthiş şehrin içinde dolaşıyor insan. Bu film, ocak 1961’de ülkemizde “Ölüm Korkusu” adıyla vizyona çıkmıştı. Bu filmde bazı anları seyretmeye doyamıyorsunuz ve birkaç defa daha seyretme isteği duyuyorsunuz.

Hitchcock’un bu filminin ön jeneriği de sinema tarihinde müstesna bir yere sahip. Kamera sağa doğru çevriniyor, kadının dudağını gösteriyor. Dudaklardan James Stewart yazısı öne doğru yaklaşıyor. Kamera yukarı, gözlere tilt yaptığında, gözlerin içinden Kim Novak yazısı öne yaklaşıyor. Kamera sol göze çevriniyor. Gözün içine zum yaparken, siyah-beyaz görüntü kırmızılaşıyor ve gözün içinden “Vertigo” yazısı öne doğru geliyor. Ardından sarmal çizgiler görüntüyü kaplıyor. Siyah-beyaz ortasında mavi küçük sarmal kalıyor. Siyah-beyaz fon üstünde yazılar sürüyor. Ardından büyük sarmal şekiller kaplıyor. En son kırmızılaşan görüntüde kadının sol gözünün içinden Alfred Hitchcock yazısı öne doğru geliyor. Fonda da çığlığa dönüşmüş müzik duyuluyor. Bu çok özel jenerik, filmin psikolojisine de dokunuyor. Filmin derinliğinde dolaşırken bu daha bir anlamlaşıyor. Dişi dudaklar ve gözler, Scottie’nin kolay ulaşamadığı büyük özlemiydi sanki.

Film, San Fransisko’nun çatılarında açılıyor. Suçlu önde kaçarken, peşinde de resmi giyimli polisle, San Fransisko’nun polis teşkilâtının iyi polis dedektiflerinden John “Scottie” Ferguson (James Stewart) var. Suçlu bir binanın çatısından karşı binanın yarım dikey çatısına atlıyor. Peşinden resmi giyimli polis atlamayı başarıyor. Ama Scottie başaramıyor. Kayıyor, çatıdan aşağı sarkıyor. Resmi giyimli polis ona yardım etmek isterken, aşağıya düşüyor ve görüntü kararıyor. Scottie, geçmişte üç hafta nişanlı kaldığı Midge Wood’un (Barbara Bel Geddes) stüdyo evinde. Midge, şimdilerde kadın iç çamaşırları satan mağazada çalışsa da o bir ressam. Scottie, polislikten malulen emekliye ayrılmış şimdi. Scottie, kâbuslar görüyormuş. Yükseklik korkusu başlamış. Akrofobi, yani şiddetli duyulan yükseklik korkusu sorunu varmış. Başı da dönüyormuş. Sonra eski arkadaşı Gavin Elster’ın (Tom Helmore) ofisine gidiyor. Gavin ona tuhaf bir psikolojinin içine düşmüş karısı Madeleine’i (Kim Novak) takip etmesini istiyor tıpkı bir özel dedektif gibi. Hiç evlenmemiş, eski okul arkadaşlarıyla pek görüşmeyen Scottie, Gavin’in teklifini kabul etmiyor önce. Gavin ve karısı mutlularmış. Gavin, karısına zarar geleceğinden endişe ediyormuş ölü birinden. Gavin, “Geçmişte kalan ölü birinin, yaşayan birinin hayatına girip zarar vereceğini” düşünüyor. Scottie, pek anlam veremese de psikiyatrın faydası olacağını düşünüyor bu şizofren duruma. Akşam restoranda yemek yedikten sonra operaya gideceklermiş Madelaeine’le. Onu görmesi için Scottie’yi restorana davet ediyor Gavin. Restoranda. Scottie, düşlerden düşmüş, platin saçları arkadan toplanmış bembeyaz tenli Madeleine’i görünce içinde zelzele oluyor sanki. Fonda da romantizme dokunduran klasik müzik duyuluyor bu anlarda.

Gündüz… Aynı müzik devam ediyor. Fötr şapkalı ve takım elbiseli Scottie, Madeleine’i arabayla takip etmeye başlıyor. Seyirci de San Fransisko sokaklarında, caddelerinde dolaşmaya başlıyor bu takiplerle. Madeleine, şehir dışındaki kiliseye gidiyor. Scottie, kilisenin içinden geçiyor. Madeleine, mezarlıkta bir mezara bakıyor. Madeleine mezardan ayrıldıktan sonra Scottie, mezar taşındaki yazıyı okuyor. Mezar, 1857’de ölmüş Carlotta Valdes’in yattığı yer. Zincirlemeli geçişle Jeff’in Madeleine takibi devam ediyor. Takip sürerken zincirlemeli geçişle Madeleine’in, sanat müzesinde Carlotta Valdes’in (Joanne Genthon) tablosu önünde oturmuş dalgın dalgın tabloya seyredişi görülüyor. Tablodaki kadının elinde bir demet çiçek ve boynunda da bir kolye fark ediliyor. Madeleine, tıpkı resimdeki Carlotta gibi saçını tarıyor ve onun gibi giyiniyor. Bu anlarda dingin bir müzik duyuluyor. Zincirlemeyle abradaki Scottie’ye geçiliyor. Madeleine, tarihi otele girerken, Scottie şaşkınlıkla onun arkasından bakıyor. Çok geçmeden Madeleine, bir an otelin penceresinden görülüyor. Hitchcock, Scottie arabadan çıktıktan sonra kamerayı öne ve geriye kaydırarak, Scottie’nin otele doğru gidişini gösteriyor bu özel anda. Otelin müdiresinden (Ellen Corby) bilgi alıyor. Merdivenlerden yukarı çıkıyorlar, Madeleine’in arada bir geldiği odaya giriyorlar. İçeride Madeleine yok. Scottie, Midge’in stüdyo-evine gidiyor. Ondan san Fransisko tarihi uzmanı sahaf Pop Leibel’ı (Konstantin Shayne) öğreniyor. Hemen Leibel’ın mekânına gidiyorlar. Leibel onlara Carlotta’nın trajik hikâyesini anlatıyor. Carlotta, bir misyon evinden gelmiş. Çok gençmiş. Zengin bir adam onu kabarede dans ederken ve şarkı söylerken keşfetmiş ve onu almış. Ona şehrin batısındaki semtte büyük bir malikâne yaptırmış. Leibel, “O çocuk” diyor. Zengin adam çocuğu almış, kadını defetmiş. “1800’lerin San Fransiskosu eğlenceler şehriydi” diyor coşkuyla Leibel. Sonra Carlotta hüzne düşmüş. Carlotta, sokaktan geçenleri durdurup “Çocuğum nerede, onu gördünüz mü” diye sorarmış. Delirmiş. Çok geçmeden intihar etmiş. Oradan ayrılıyorlar. Zincirlemeli geçişle, Scottie, Gavin’le buluşuyor. Gavin, Scottie’ye ikna edici bir şeyler anlatıyor. Karısı, Carlotta gibi saçlarını tarıyor, onun gibi giyiniyor, diyor. Ama Madeleine, takılarını sadece ayna karşısında takıyormuş. Gavin, Carlotta’nın Madeleine’in büyükannesinin annesi olduğunu söylüyor. Scottie ikna oluyor. Her şey yerli yerine oturuyor zihninde.

Zincirlemeli geçiş. Ertesi gün. Scottie yine takipte. Madeleine resim müzesine gidiyor. Ardından arabasıyla Golden Gate Köprüsü’nün kıyısına gidiyor Madeleine. Bu anlarda piyano ve yaylıların tınıları duyuluyor. Madeleine arabadan iniyor, kıyıya yürüyor. Kıyıda denize bakıyor ve aniden denize atlıyor. Ardından Madeleine’i kurtaran Scottie, Madeleine’i kendi evine götürüyor. Eve Madeleine’in arabasıyla geliyorlar. Madeleine baygın gibi Scottie’nin yatağında yatıyor. Scottie’nin bekâr evinin bir salonu, bir yatak odası, küçük mutfağı ve bir banyosu sadece. Madeleine uyanıyor. Şaşkın gibi. Yorganın altında çırılçıplak Madeleine. Elbiselerini ıslanmış Madeleine’e kendi kırmızı giyeceğini veriyor. Scottie, onunla iletişim kurmaya da çabalıyor. Madeleine, onun yalnızlığını görünce, “Hiç kimse yalnız yaşamamalı” diyor. Telefon çalıyor. Scottie yatak odasına gidiyor, Gavin’le telefonla konuşuyor. Salona döndüğünde Madeleine’in olmadığını görüyor.

Ertesi gün. Scottie, Madeleine’i yine arabayla takip ediyor. Fonda da yalnızlığın hüznünü hissettiren müzik duyuluyor. Bu müzikte yaylılar öne çıkıyordu. Caddeler, sokaklar geçiliyor. San Fransisko şehri, muhteşem güzelliklerini sunuyor adeta. Madeleine, Scottie’nin evinin önünde duruyor. Peşinden de Scottie geliyor. Scottie’ye not bırakmış. Sonra Madeleine’in arabasıyla San Fransisko dışına çıkıyorlar. Ormanda iki bin yıllık ağaçları anlatıyor Scottie. Bir kütükte insanlık tarihinin yolculuğu fark diliyor. Bu ağaç, Magda Carta’dan Amerika’nın keşfine kadar birçok önemli olayın yaşandığı zamanlarda dünyaya oksijen üretiyormuş. Madeleine bir ara uzaklaşıyor. Kayboluyor sanki. Kamera kayarak ağaca yaslanmış Madeleine’i buluyor. Bazı şeyler belleğinden siliniyormuş ve hatırlayamıyormuş Madeleine. Neden orada olduğunu, ne yaptığını, bilmiyormuş. Madeleine, Carlotta’nın mezarının kendi mezarı olduğunu düşünüyormuş. “Mezar yeni birini bekliyor” diyor Madeleine. O eski kiliseyi görüyormuş. Kule, çan… “Sanki İspanya köyü gibi” diyor. İçinde biri varmış ve ölmesini istiyormuş. Birden dudak dudağa öpüşüyorlar. Scottie, Madeleine’in dişi sesine, yumuşaklığına ve sıcaklığına dokunuyor özlemle. Sanki Madeleine’in nefesinden bahar tazeliği esiyor ona doğru. Bu öpüşmede yılların yalnızlığı var Scottie için.

Scottie, Midge’in stüdyo-dairesine gidiyor. Midge resme geri dönmüş. Yeni tablosunu da Carlotta’nın resmine benzetmiş. Scottie bundan hoşlanmıyor. Midge ona hâlâ âşık ama. Gece… Hüzünlü müzik duyuluyor, Scottie evindeyken. Scottie, Madeleine’le beraber kilise ve yakınlarındaki binalara gidiyor. Orada, Kaliforniya’daki eski yaşamı aktaran müze bulunuyor. Madeleine burayı anlatmış Scottie’ye. Madeleine buranın hayalinde olduğunu söylüyor ona. Scottie, birden Madeleine’in dudaklarına uzanıyor, özlemle öpüyor onu. Madeleine, aşkını ona hissettirmek için, “Seni seviyorum” diyor. Madeleine kiliseye yalnız gidiyor. Madeleine koşmaya başlayınca peşinden gidiyor. Madeleine merdivenlerden çan kulesine çıkıyor. Peşindeki Scottie, merdivenlerden aşağı baktığında başı dönüyor. Hitchcock bu duyguyu çarpıcı kamera denemeleriyle yansıtmış. Kamera geriye çekilirken, objektif zum olarak ileriye doğru gidince boşluk hissi veriliyor. Kuleye çıkamayan Scottie, bir kadın çığlığı duyuyor sadece.

Mahkemede… Kadını kurtaramadığı için Scottie eleştirilse de hastalığından dolayı fazla yüklenilmiyor. Madeleine’in intihar ettiği hükmüne varılıyor. Mahkemenin bitiminden hemen sonra Gavin, Avrupa’ya gideceğini söylüyor. Ama Scottie boşluğa düşüyor ve zihni daha da karmaşıklaşıyor. Scottie mezarlığa gidiyor. Gece evinde yatakta uyurken, kâbus görüyor Scottie. Kâbusta görüntü mavileşiyor. Çiçek demeti dağılıyor. Carlotta yansıyor. Tabloda kolyeyi fark ediyor. Görüntü flaş gibi patlıyor. Bir mezar. Sadece başını görüyor. Yukarıdan aşağıya düşüyor. Ardından uyanıyor Scottie. Sonra hastaneye yatıyor. Hastane odasında Midge, doktorların Mozart’ın kendisine iyi geleceğini söylüyor. Pikaptan, Mozart’ın müziğinin plağı çalıyor. Midge, boşluğa düşmüş Scottie’nin Madeleine’e çok âşık olduğunu anlıyor. Kendi aşkı uçup gitse de bu aşka saygı duyuyor içten içe. Görüntü kararıyor.

Görüntü açılıyor. San Fransisko genel manzarası yansırken, kamera da sağa çevriniyor. Scottie hastaneden taburcu oluyor. Scottie,Madeleine’nin arabasını görüyor. Arabanın yeni sahibesi arabayı Gavin’den satın aldığını söylüyor ona. Bara gidiyor Scottie. Burada Madeleine’e benzeyen kumral saçlı bir genç kadını görüyor. Resim müzesine gidiyor, orada Carlotta’nın tabkosu önünde oturmuş bir kadın görüyor Scottie. Ama Madeleine’e benzeyen kadın değil bu. Caddede yürürken, Madeleine’e benzeyen genç kadınla yine karşılaşıyor ve bu defa onu takip ediyor. Genç kadın bir otele giriyor. Scottie otelin koridorunda yürüyor ve oda kapısında duruyor. Kapıyı çalıyor. Genç kadın kapıyı açıyor ve Scottie’yi karşısında görünce tedirgin oluyor, onu içeri almak istemiyor. Scottie ikna ediyor. Sonra onu bir kadına benzettiğini söylüyor. Genç kadın, adının Judy Barton (Kim Novak) olduğunu söylüyor. Kansas’tan bu şehre birkaç yıl önce gelmiş. Judy, bir başka benzediği için bir erkek tarafından beğenilmekten hoşlanmamış gibi davranıyor. Sonunda onu yemeğe davet ediyor Scottie. Kumral Judy, Scottie gidince valizini hazırlıyor, sonra ona bir not yazıyor. Not yazarken, zihninden de görüntüler düşüyordu Judy’nin. Gerçekten Judy, benzediği Madeleine’in yerine geçip korkunç bir suçun parçası mı olmuştu? Merak duygusu ve gerilim iyidir. Judy, not bırakmaktan vazgeçiyor ve Scottie’nin yemek davetine gidiyor. Restoranda yemek yiyorlar. Zincirlemeli geçişle otele dönüyorlar beraber. Görüntü karıyor.

Ertesi sabah buluşuyorlar. Şehirde iki âşık gibi dolaşıyorlar, dansa gidiyorlar sonra. Ama Scottie’nin bir düşüncesi var. Judy’yi bir mağazaya götürüyor ve Madeleine’in giydiği elbiselerden satın alıyor. Judy giderek daha da tedirgin olmaya başlıyor. Sinirle kalkıp boy aynasının karşısına geçtiğinde ikiye bölünmüş bir kişilik gibi yansıyor Judy. Hitchcock bu hissi seyirciye ulaştırabiliyor bu anda. Sonra onu kuaföre götürüyor Scottie. Saçları platine boyanan Judy, tıpkı Madeleine oluyor. Judy’nin otel odasında. Dışarıdan içeriye otelin mavi neon ışıkları yansıyor. Bu sinema psikolojisinde karmaşayı hissettiriyor. Scottie, saçlarını Madeleine gibi toplamasını istiyor Judy’den. Fonda duyulan müzik de insanı etkisi altına alıyor Judy’nin güzelliğiyle beraber. Scottie onun dudaklarından öpüyor büyülenmiş gibi. Kamera bu anda hiç kesme yapmadan etraflarında dönüyor usulca. Bu anın anlamına final bölümünde dokunulabiliyor. Ayna karşısında makyaj yaptıktan sonra kolyeyi takması için ondan yardım istiyor Judy. Kolyeyi tanıyan Scottie, Judy’yi kiliseye, çan kulesine götürüyor. Merdivenlerden çıkarken kamera merdiven boşluğunu gösterirken geriye çekiliyor, objektif de zum olarak öne kayıyor. Boşluk hissi. Çan kulesine çıkmayı başarıyorlar. Scottie aynı anı yaşıyor. Judy korku içindeyken, gelen rahibeyi görünce kendini boşluğa bırakıyor. Scottie, korkmadan kulenin ucuna geliyor ve aşağı bakıyor. Hem olay çözülüyor hem de Scottie yükseklik korkusundan kurtuluyor. Ama şimdi ne yapacaktı? Hayatının kadınını bulduğunda kaybetmişti. Scottie, her içine kapanık insan gibi kadınlara kolay ulaşamıyordu. Kadınlar altın değerinde miydi içekapanık insanlar için? Ya Midge? Onda şiiri mi bulamıyordu Scottie? Yine yapayalnız günler sürecek miydi onun için? Madeleine / Judy sarsıntılarından sonra ne olacağı bilinmeyecekti hiç!.. Scottie’nin’in kullandığı araba, 1952 model Chevrolet Styleline de Luxe. Madeleine, 1957 model Jaguar Mk. VIII kullanıyor.

(26 Nisan 2015)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com