Hayattan Korkma, Bir İnsan Filmi

Baskül Ailesi ve Uy! Başuma Gelenler gibi sevilen dizilere imza atmış başarılı yönetmen Berrin Dağçınar’la 07 Mart’ta gösterime giren filmi Hayattan Korkma’yı ve sinemayı konuştuk. Dağçınar’a göre Hayattan Korkma öncelikle insanı anlatan bir film.

Başrol oyuncuları arasında Zeki Alasya, Tarık Papuçcuoğlu ve Hakan Boyav’ın da bulunduğu Hayattan Korkma, televizyon dizilerinin deneyimli yönetmeni Dağçınar’ın ilk sinema filmi. Yapımcı Sevda Kaygısız’ın da zaman zaman katıldığı ve daha çok Hayattan Korkma’yı konuştuğumuz sohbetimizde Dağçınar sinemaya dair düşüncelerini de bizimle paylaştı. Berrin Hanım’ın tıpkı filmine yansıttığı gibi hayata hep umutla ve gülümsemeyle baktığını da burada belirtmem gerekiyor.

İsmail Türkmen: Baskül Ailesi başta olmak üzere sevilen televizyon dizilerini yönettiniz. Hayattan Korkma sizin ilk sinema filminiz. Filme geçmeden bu konuyu sormak istiyorum. Dizi ve film yönetimini karşılaştırır mısınız?

Berrin Dağçınar: Aslında temelde aynı. Prensipleri aynı. Fakat şöyle bir fark var. Dizi haftada bir bölümün çekildiği ve rutine giren bir iş. Ve hatalarınızı bir sonraki bölümde çabucak telâfi edebilirsiniz. Ama sinema filmi öyle değil. Bir kere yapılıyor ve yaptıklarınızdan dönüş pek kolay değil. Onun için her aşamasında çok daha fazla dikkat istiyor. Film yönetmeninin her şeyi baştan iyi plânlaması gerekiyor.

İsmail Türkmen: O halde dizi çeken her yönetmen sinema filmi de yapabilir mi?

Berrin Dağçınar: Genel anlamda öyle. Fakat meselâ ben bir film yaptım diye kendimi bir sinema yönetmeni olarak görmüyorum tabii ki. Ancak sinemanın şöyle bir farkı da var. Bir filmi 50 kişi izlese hepsinin de kendine has yorumları oluyor. Halbuki dizi öyle değil. Alışkanlık yaratıyor, karakterleri benimsetiyor. Ve izleyen herkes aşağı yukarı benzer gözlerle bakabiliyor.

İsmail Türkmen: Bunun nedeni nedir sizce?

Berrin Dağçınar: Çünkü dediğim gibi diziler alışkanlık yaratıyor. İzleyici, karakterlerin ne yapacağını biliyor bir süre sonra. Karakter davranışları yoruma daha kapalı hale geliyor. En azından uzun süreli dizilerde bu geçerli.

ÖNCELİKLE İNSAN DUYGULARINI ANLATMAK İSTEDİM

İsmail Türkmen: Bununla bağlantılı bir soruyla Hayattan Korkma’ya geçebiliriz sanırım. Filminizde ana hikâyenin yanında, bir sinema filmi için çok sayıda yan hikâye ya da alt metin var. Ana hikâye üç ailenin kafa kafaya vererek bir sorunun üstesinden gelme çabaları. Bunun yanında da örneğin Zilli Emine’nin öyküsünü, Engin ile Kardem’in aşkını, Zehra’nın dramını izliyoruz. Daha önce dizi yönetmenizin bunda etkisi olabilir mi?

Berrin Dağçınar: Etkili olmadığını söyleyemem. Ancak şu da var ki normal hayatımızda bile tek bir hikâyenin üzerinden gitmiyoruz. Ayrıca biz insan duygularına yönelik bir çalışma çıkarmak istediğimiz için böyle bir kurgunun çıkması normaldi. Odağı farklı hikâyelerin kesişme yeri ana hikâye elbette. Örneğin Zilli Emine’nin yalnızlığı, üç ailenin güçlerini birleştirerek önemli bir sorunu çözme çabasıyla birleştirildiğinde daha anlamlı hale geliyor.

İsmail Türkmen: Yine de sanırım bu yan hikâyeler, çok az filmde olduğu kadar kendisini hissettiriyor filminizde.

Berrin Dağçınar: Doğrudur. Ancak insan duygularının daha vurgulu biçimde anlatılabilmesi için bu tür ögelerle beslenmesi gerektiği inancındayım. Bu sayede filmin daha etkili ve keyifli hale geldiğini düşünüyorum.

İsmail Türkmen: Filmin senaryosu da size ait. Senaryoyu da yazan bir yönetmen olmak daha zor olmalı. Ben şahsen filmi izlerken bazı sahnelerde sanki “senaryo ya da yönetimden taviz vermeniz gerekmiş ve bundan dolayı kurguda bir gerilim oluşmuş” hissine kapıldım.

Berrin Dağçınar: Aslında pek öyle değil. Başlangıçta filmi biraz daha uzun düşünüyorduk ama sonra teknik nedenlerle plânladığımızdan biraz daha kısa tutmamız gerektiği için sizin hissettiğiniz “sert geçişler” olmuş olabilir. Atmak zorunda olduğum bazı sahnelere kıyamama durumu olsa da sonuçta yapmam gerekeni yaptığımı düşünüyorum. Ancak tabii belki de başkasının yazdığı bir senaryo olsaydı biraz daha rahat davranabilirdim evet.

İsmail Türkmen: Sert geçişler demişken bir yerden örnek vermek istiyorum. Bedrettin’in karısının, kaynanasına “Bu çocuk için her şeyi yapacağız” şeklinde patlamasına seyirci öncesinde tam da hazırlanmamış gibi.

Berrin Dağçınar: Biz bunu özellikle yaptık aslında. Çünkü o ana kadar kaynanasına saygıda kusur etmemiş bir kadının bir çocuğun sağlığı söz konusu olduğunda nasıl bir isyan haline gireceğini göstermek istedik. Burada annelik duygusunun kaynanaya saygının önüne geçtiğini söyleyebilirim.

ANNE – ÇOCUK İLİŞKİSİ ÇOK ÖZEL

İsmail Türkmen: Kadın ve çocukların sorunlarına ilişkin filmde özel göndermeler var. Kadın ve anne olmanızın bunda ne derece etkisi oldu?

Berrin Dağçınar: Etkili olduğunu söyleyebilirim. Kişisel olarak anne-çocuk ilişkisinin diğer tüm ikili ilişkilerden farklı olduğunu düşünüyorum. Baba-çocuk ya da sevgili ilişkilerinden de çok ayrı bir durum söz konusu burada. Baba-çocuk ilişkisi de çok önemli olsa bile anne ile çocuk arasında organik bir bağ var sonuçta. Belki de kolay kolay koparılamayacak tek ilişki budur. Dolayısıyla filmde olduğu gibi bir çocuğun annesinden ayrılması çok travmatik olabiliyor. Bunu gerçek hayatta da görüyoruz ve kimilerine duygusallık olarak gelse de ben bu tür duyarlıkları öne çıkarmayı istedim.

İsmail Türkmen: Murat’ın hastalığının hikâyeye dahil olması nasıl oldu?

Berrin Dağçınar: Bu konuda genel bir bilgim vardı. Sonra araştırdığımda filmim için uygun bir vaka olduğuna karar verdim. Özellikle de kanser gibi daha yaygın bir hastalık üzerinden bir şeyler anlatmak da istemedim. Bu, zamanla gelişen bir hastalık ama aynı zamanda filmde yaşanan olayları tetikleyecek kadar da dramatik bir sorun. Çok tehlikeli olmasına rağmen kolaylıkla da halledilebilecek bir sağlık sorununun bazı insanları ne kadar zor durumlara düşürebileceğini anlatmak için uygun bir vakaydı.

İsmail Türkmen: Kişisel deneyimlerimle de tarttığımda aslında filmde her şeyin rahatlıkla gerçek olabileceğini düşünüyorum. Ama yine de kendi kendime “Filmden çıkan insanlar hayata dair acaba fazla mı umuda kapılabilir” diye sordum. Yani sanki sonuç itibarıyla filmde tamamen gerçek olabilirliğine karşın bir naiflik var. Bu konuda ne diyeceksiniz?

FİLMİMİZ FERAH BİR PENCERE GİBİ

Berrin Dağçınar: Açıkçası bunu da özellikle böyle kurguladığımızı söylemek isterim. Zaten bütün gerçekliği içinde filme bazı sahnelerde masalsılık katmayı uygun gördük. Çünkü meselâ renkli mısır patlakları gibi bir şey yok gerçekte. Çok denememize rağmen biz yapamadık en azından. Hepimizin pekâlâ yaşayabileceği sorunlar üzerinden “pes etmemenin mutlaka ödüllendirileceği” fikrini işlemek istedik.

Sevda Kaygısız: Zaten fazlasıyla karamsarlık dolu bir dünyada yaşıyoruz. Umutlarımızın içinde bile umutsuzluklar var. Sinemaya gelip filmimizi izleyen insanlara ferah bir pencere açtığımızı düşünüyorum. Bahsettiğiniz naiflik izlenimini veren tesadüfler iyisiyle kötüsüyle herkesin rahatlıkla yaşayabileceği şeyler ve bunlar bize güzellikler getirebiliyor.

İsmail Türkmen: Çocuklarına bile sevgisini göstermeyen bir karakter olarak Zehra da hayatın içinden mi? Çünkü çocuklarına sevgisini göstermeyen baba figürüne çok aşinayız ama böyle bir anneyi pek bilmeyiz.

Berrin Dağçınar: Kesinlikle böyle anneler var hayatta da. Zaten bir de küçük yaşta evlâtlık verildiği için yaşadığı travmaya bu şekilde tepki veriyor.

İsmail Türkmen: Bir de Allah’a inanan bir komünist Bedrettin var filmde.

Berrin Dağçınar: Aslında Allah’a inanıp inanmadığı çok da belli değil ama Murat’ın soruları karşısında “taşra komünisti” olarak davranıyor. Aile gibi kültürüne ait olan bütün değerleri savunan, bununla birlikte de komünist olan bir adam.

İsmail Türkmen: Renkli mısır fikri nereden çıktı?

Berrin Dağçınar: Çocuklar her zaman farklı şeyleri merak ederler. Benim de çocuğum ve onun arkadaşları var. Onların dünyasına yakın olduğum için aklıma gelmiş olabilir.

İsmail Türkmen: Öyle görünüyor ki çocukluğunuzu kaybetmemişsiniz.

Sevda Kaygısız: Filmden sonra çocuklar anne-babalarından renkli mısır isteyebilirler. Hatta belki birileri bunu gerçekleştirip piyasaya da sürebilir. Ama fikrin haklarını filmimizle tescil ettirmiş olduk artık. (Gülüşmeler)

ERTEM EĞİLMEZ TADINI YAKALAMAK İSTİYORUM

İsmail Türkmen: Sinemanın son dönemlerindeki durumu için ne düşünüyorsunuz? Biliyorsunuz bugünlerde genel bir şiddet hali hakim sinemaya.

Berrin Dağçınar: Evet. Ben şahsen filmlerin insanları ve özellikle de çocukları etkilediğine inanıyorum. Bir anne olarak da çocuğumu yaşına uygun olmayan yapımlardan uzak tutmaya çalışıyorum. Ayrıca ben de o tür çalışmaların içinde bulunmak istemiyorum. Ben yaptığım filmlere ya da dizilere mafyanın, silahın, şiddetin girmesini uygun bulmuyorum. Kendi yaşadığım çevrede bunlar yok. Dolayısıyla da yaptığım işe de girmesinin bir anlamı bulunmuyor. Aksiyon filmleri de olacak tabii ama hedef kitlenin çok iyi seçilmesi gerekiyor.

İsmail Türkmen: Filmin klasik Yeşilçam saflığına yakın durduğu şeklinde yorumlar okudum.

Berrin Dağçınar: Evet senaryoyu ilk okuyanlar da orada Ertem Eğilmez tadı olduğunu söylediler. Tabii bunu ne kadar yakalayabildim bilemiyorum ama yaptığım işin Ertem Eğilmez’inkine benzetilmesi benim için büyük bir gururdur. Ertem Eğilmez’de de hep o insani sıcaklık vardır. Onda mesele mekân değildir, giysi ya da makyaj değildir, tamamen insanın kendisidir. Benim en çok etkilendiğim filmler onundur. Çünkü doğrudan insan ilişkilerini anlatır. Yeşilçam’da çok başka akımlar da var ama ben Ertem Eğilmez çizgisini keşke yakalayabilsem diyorum açıkçası. Ama ben bunun kesinlikle hayatın dışında ve olmayacak hayalleri kapsadığını da düşünmüyorum.

(10 Mart 2008)

İsmail Türkmen