Coca Cola, “Zero Zero 7” Buluşması

Coca-Cola Zero, sinema sektörünün en uzun süre oynayan filmi olan Bond serisi ile 35 ülkeyi kapsayan TV, sinema, dijital platform, yazılı basın, outdoor’u içeren entegre bir iletişim kampanyası başlattı. Tüm dünyayla aynı anda Türkiye’de de 07 Kasım 2008 tarihinde vizyona girecek olan James Bond serisinin yeni filmi Quantum of Solace 007, Coca-Cola Zero’nun ilk uluslararası film işbirliği oluyor. Filmin 06 Kasım’daki ön gösterimi öncesinde Harvey Nichols İstanbul, Gilt Bar’da, Coca – Cola Zero’nun ev sahipliğinde, cemiyet hayatının önde gelen isimlerinin katılacağı Zero Zero 7 Buluşması gerçekleştiriliyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Gitmek: Benim Marlon ve Brandom, Filminin Yönetmeni Hüseyin Karabey’in Açıklaması

    Yönetmen Hüseyin Karabey’in açıklaması şöyle:
    İsviçre’de düzenlenen Culture Scopes Festivali’nde gösterilecek Gitmek: Benim Marlon ve Brandom filmi Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Yazar’ın kişisel insiyatifiyle sansürlenmiştir. Filmi izlemeyen İbrahim Yazar’ın “Bir Türk kızı Kuzey Iraklı bir Kürt’ e aşık olamaz, bu filmin gösterilmesi Türkiye açısından negatif bir propagandaya yol açabilir,” diyerek filmin festival programından çıkartılmasını istediği ve aksi takdirde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından festivale yapılacak 400 bin Avro para yardımının yapılmayacağı, festival yöneticisi Jurriaan Cooiman tarafından açıklanmıştır.

    Benzersiz Mustafa Kemal’in Askerleri Yokluk Çağı’nın, Tok Gözlülük ve Fedakârlık Çağı’nın Askerleridir

    Uzun yüzyıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan ve Osmanlı işgâli altında yaşayan Yunanistan’ın Ordusu’nun Ege bölgemizi işgâl ederek İç Anadoluya/Ankara’ya doğru yürümesine ve bu işgâlcilere karşı verilen mücadeleyi/savaşları küçümseyen insanlarımız vardır. Oysa Yunanistan’ı o dönemin en güçlü devletlerinden Fransa ve üzerinde güneş batmayan İngiltere İmparatorluğu desteklemiştir. Hele İngiltere o kadar güçlüdür ki İstanbulun Ruslarca işgâlini 19. yüzyılda bir sözüyle engellemiştir. Rus ordusunun Yeşilköy önlerine kadar geldiği, bunun anıtını diktiği ve İngilterenin karşı çıkması üzerine de İstanbulu işgâlden vazgeçtiği/geri çekildiği günlerden bu yana en kötü ve en karanlık günlerimiz Yunan Ordusu’nun İzmir’e çıkmasından sonra yaşanmıştır.

    “Son Buluşma” Mustafa Kemal’in askerlerinden son üçünün yaşamlarının son günlerine bizi tanık eden bir belgeseldir. Nesli Çölgeçen, “Kardeşim Benim”den sonra Arzu Film’in beyni, dahi yönetmen Ertem Eğilmez’in desteklediği Yavuz Turgul, Başar Sabuncu gibi yetenekli, şanslı yönetmen ve senaryo yazarlarından biri olmuştur. “Kardeşim Benim”, ”Züğürt Ağa”, “Selamsız Bandosu” ve “İmdat ile Zarife” gibi seçkin ve mutlaka izlenmesi gereken, mutlaka DVD arşivinizde bulunması gereken filmler Nesli Çölgeçen’in imzasını taşır. Metin Anter ve bir ara tekstilcilik de yapan Nedim Anter kardeşler “Son Buluşma”ya yapımcı olarak imzalarını atarak çok önemli bir kültür hizmetinde bulunmuşlardır. Anter kardeşler çok önemli bir kültürel boşluğu doldurmuşlardır. Vatanını, Atatürk’ü, Atatürk’ün çalışma arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ni, şehit ve gazilerimizi seven herkesin sinema salonlarında izlemesi gereken, gelecekte yasal DVD’si çıktığında satın alarak çocuklarına torunlarına hediye etmesi ve izletmesi gereken bir filmdir “Son Buluşma”.

    Bu vatanda yaşayan herkesin tüm şehitlerimize ve gazilerimize olduğu gibi, “Son Buluşma”nın kahramanları Son Üç Gazi’mize de, yakınlarına da hiçbir zaman ödenemeyecek maddi ve manevi borçları vardır. Bugün vatanımız yabancı orduların işgâli altında değilse bu onların müthiş fedakârlıkları sayesindedir.

    O’nlar Balkan Savaşları, Dünya Savaşı ve sonrasında işgâlci ordulara karşı verilen dişe diş mücadeleye aç, susuz, yalın ayak, üzerlerindeki yırtık pırtık giysilerle katılmış ve tek varlıkları olan hayatlarını ortaya koymuşlardır. Çoğu silâh bulamadığından şehit düşen ya da yaralanan arkadaşlarının silâhlarını kaparak savaşa katılabilmiştir.

    “Son Buluşma”nın gazileri de diğer gazilerimiz gibi Türk devletinin bağladığı gülünç, sadaka gibi bir maaşla yaşamaya zorlanmışlardır, ne yazık ki.

    Mustafa Kemal’in askerleri Yokluk Çağı’nın Tok gözlülük ve Fedakarlık Çağı’nın askerleridir. Onları hiçbir zaman unutmamalı ve unutturmamalıyız. Varlık Çağı’nın Aç Gözlülük Çağı’nın Egosantriklik Çağı’nın kurbanları olan bizler onları anlamayı ve sevmeyi “Son Buluşma” sayesinde öğrenmeliyiz ve denemeliyiz.

    “Son Buluşma”da görüldüğü ve görülebileceği gibi üç gazinin de ilerleyen yaşlarından dolayı doğal olarak hafızalarında anlatabilecekleri, bizlerle paylaşabilecekleri çok az anekdot kalmıştır. Hafızaları büyük ölçüde boşalmıştır ve silinmiştir. Ne yazık ki bu O’nların değil bizlerin hatası ve ayıbıdır.

    Bu tür film ve filmlerin 1920’lerde, 1930’larda, 1940’larda, 1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde, 1980’lerde, 1990’larda yapılmaması üşengeç, bugünün işini yarına bırakan, tarih bilincine hiç sahip olmayan, tembel bir insan topluluğu olduğumuzun eşsiz bir kanıtıdır. Türkiye’de 90 yılı aşkın bir süredir uzun metrajlı filmler çekildiğine göre bu gazilerden binlercesiyle binlerce röportaj filmler belgeseller son seksen yılda yapılmış olmalıydı.

    Yine de Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum sancıları çektiği günlerin üç yorulmaz savaşçısının ve tanığının son aylarının belgelenmesi bile her türlü takdirin ötesinde bir davranıştır. Nesli Çölgeçen, Metin Anter, Nedim Anter’e, gazilerimize gözleri gibi bakan ailelerine, yakınlarına ve onları sevgi çemberi içine alan milletimize bin kere, on bin kere teşekkür ederiz.

    Bu arada bu konuda hiç kimseyle konuşmadık ama anlı şanlı sponsor firmalarımızın “Son Buluşma”ya destek olmadıklarını sezdik. Bu saatten sonra bile destek ve sponsor olabilirler. Bir an önce harekete geçsinler. Pamuk eller cebe.

    (10 Kasım 2008)

    Hakan Sonok

    hakan.sonok@tr.net

    Gitmek: Benim Marlon ve Brandom ve Sansür

    Hüseyin Karabey’in Gitmek: Benim Marlon ve Brandom adlı filminin yurtdışındaki bir etkinlikten çıkarılmasının istenmesi üzerine SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) bir duyuru yayınladı. Duyuru şöyle:
    “Kamuoyuna,
    Hüseyin Karabey’in birçok festivalde gösterilip ödüller kazanmış filmi Gitmek: Benim Barlon ve Brandom, İsviçre’de T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlenen Culturescapes – Türkei adlı organizasyona dahil edilmiş olmasına karşın, bir Bakanlık bürokratının müdahalesiyle etkinlik programından çıkarılmıştır. Program yöneticisinin iddiasına …”

    Hayallerin Peşinde (Yönetmen: Sam Mendes)

    Sam Mendes’in yönettiği ve Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates ile Michael Shannon’ın oynadığı Hayallerin Peşinde (Revolutionary Road), 27 Şubat 2009’da UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
    Frank ile April, Revolutionary Road’daki evlerine taşındıklarında Frank sinirleri bozulan, huysuz, huzursuz bir erkeğe dönüşürken, April de mutsuz bir ev kadını olup çıkar. Sonuç hayallerini kaybetmiş tipik bir Amerikan ailesidir. April cesur bir plân geliştirir: Lüks ve konforu bırakıp Paris’in bilinmeyen dünyasına gideceklerdir. Ancak birisi kaçmak isterken, diğeri sahip oldukları herşeyi korumaktan yanadır.

    Hayallerin Peşinde (Yönetmen: Sam Mendes) yazısına devam et

    İbret Olsun Diye

    Türkiye’de ölüm cezası 2002 yılında kaldırıldı; en son cezalar 1984’de uygulandı. Bu arada, Cumhuriyetin kuruluşundan beri 15’i kadın toplam 712 kişi, başkalarına “ibret olsun diye” idam edildi. Necati Sönmez’in yönettiği belgesel, Türkiye’de yaşanmış uygulamalar üzerinden ölüm cezasına insani bir perspektiften yaklaşıyor. Seyirciyi pek çok infaza sahne olan Tarihi Sinop Cezaevi ve Ankara Merkez Kapalı Cezaevi (Ulucanlar) gibi mekânlarda dolaştırırken, mahkûmların son anlarına tanıklık etmeye çalışıyor… Ve hayatı darağacında sonlanmış olan yüzlerce kişi adına şu soruyu soruyor: Bu insanları niye öldürdük?

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Diğer haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İbret Olsun Diye yazısına devam et
  • Doğum

    SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) üyesi Burcu Aykar Şirin ile Uygar Şirin’in birlikte gerçekleştirdikleri Doğum ve Murat Emin Eren’in gerçekleştirdiği MacGuffin, 20. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’nde gösteriliyor.
    Burcu Aykar Şirin ile Uygar Şirin’in Doğum’u 06 Kasım 2008 Perşembe günü 17:00’de, Murat Emir Eren’in MacGuffin’i 19:00’da İtalyan Kültür Merkezi Sinema Salonu’nda gösteriliyor.

  • Fotoğraflar: Doğum / MacGuffin
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • sinemalife.com Dergisi 1 Yaşında

    sinemalife.com Dergisi yayın hayatında bir yaşını kutluyor. 01 Kasım 2007’de yola çıkan dergi 13. sayısında da, geçen sayılarında olduğu gibi sinemaseverlerin karşısına zengin bir içerikle çıkıyor. Kasım sayısında birinci yaş günü ile ilgili izlenimleri sayfalarına taşıyan Sinemalife, sektörün önde gelen isimleriyle görüştü. Aralık ayında vizyona girecek Şeytanın Pabucu filminin oyuncusu Aysun Kayacı ile röportaj merakla bekleniyor. Dergi bu sayısında Sinemahzen ile tarihi filmlere Uçurtma İpi ile animasyona ve To Be Contunued da ise televizyon dizilerine ayrı bir parantez açacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    sinemalife.com Dergisi 1 Yaşında yazısına devam et
  • Mustafa

    Cumhuriyet döneminin ilk filmi Ateşten Gömlek’tir (1923) Savaş içinde sıcağı sıcağına yazılmış roman (Halide Edip Adıvar), filme (Muhsin Ertuğrul) çekilir. Kurtuluş Savaşı sırasında kurmaca bir aşk öyküsü anlatan film çok ilgi görür ve 1950’de ikinci bir versiyonu daha yapılır (Vedat Örfi Bengü). Bu filmlerde Mustafa Kemal yoktur. Daha sonra da Kurtuluş Savaşını konu alan filmler çevrilir, bunlar Bir Millet Uyanıyordu (Ertuğrul – 1932) gibi özgün öyküler de olabilir, Ankara Postası (Ertuğrul – 1928) gibi hem uyarlama (oyundan), uyarlaması da adapte (Fransızcadan) olabilir. Kurtuluş Savaşını konu alan filmlerde Mustafa Kemal yer almaz, olayın bir kahramanı olarak yer almaz, fakat hele 1950’den sonra 1960’ların ikinci yarısına kadar her yıl en az dört – beş tane yapılan Kurtuluş Savaşı filmlerinin hemen hemen hepsinde (istisnalar kuralı bozmaz) -finalde- Samsun’dan güneş gibi doğan, sonrada gerek savaş sırasında gerek savaş sonrasında çekilmiş gerçek “belgesel” filmleri ile Mustafa Kemal yer alır. Filmde adı sık sık geçer, karşıtlarının dilinde ve yandaşlarının dilinde. Ama “olay”ın kahramanı olarak, -bir oyuncu tarafından oynanarak- yer almaz. Bu arada, eskiden beri Amerikalıların bir Atatürk filmi yapacağından söz edilir.

    Belleğim beni yanıltmıyorsa, zaman zaman gazetelere yansıyan ve sadece Atatürk’ü oynayacağı belirtilen oyuncu ile anılan bu haberlerde adı geçen devamlı değişiyordu. Douglas Fairbanks Jnr., Fredric March, John Wayne, bu isimlerde bazıları idi, hiç biri de oynamadı, oynayamadı.

    1965 – 66 yılları idi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü öğrencileri, Nutuk’u oyunlaştırmışlar, kendileri oynuyorlardı, bu oyunda Mustafa Kemal’i benzemek için hiçbir çaba harcamamış bir öğrenci oynuyordu, sahnede bir Mustafa Kemal vardı. Sinemamızda ise ilk kez –bir oyuncunun oynadığı Mustafa Kemal– 1965’de perdeye yansıyacaktı. Turgut Demirağ ve Nusret Erarslan’ın yönettiği Çanakkale Arslanları (1965) filminde 10-15 saniyelik bir rolde Haluk Kurdoğlu, Mustafa Kemal oluyordu. Benim belirleyebildiğim bu ilkten öncesi var ise, merakla bekliyorum. Yıllar sonra TRT’nin hazırladığı dramatik belgesel Metaformoz’da Mustafa Kemal -bu kez ekrana yansıyacak ve- Mahir Günşıray tarafından oynanacaktır. İzleyen bir takım farklı belgesel televizyon dramalarında farklı oyuncular tarafından oynanacak, Kurtuluş ve Cumhuriyet‘de ise Rutkay Aziz tarafından canlandırılacaktır.

    Televizyonlarda ekranlara çıkmasından sonra sinemada tekrar beyazperdeye yansıması Ziya Öztan’ın Abdülhamit Düşerken’inde (2002) olacaktır. Romanda (Nahit Sırrı Örik) olmamasına rağmen Mustafa Kemal filmde küçük bir rol ile (31 Mart olayı nedeni ile İstanbul üzerine yürüyecek Hareket Ordusu’nun kurmay başkanlığına seçilir) yer alacaktır. Dört yıl sonra ise Son Osmanlı: Yandım Ali’de (Mustafa Şevki Doğan -2006) yine görülecek ve işgâlcileri (filmde askerleri, -gerçekte askerleri getiren gemileri-) görünce “geldikleri gibi giderler” diyecektir. Sinemamız karakterleri içine “artık” girmiş olacaktır. Filmlerde, epeyce geç bir zamanda filmin (TV filminin) veya içinde yer alan bir karakter olarak gösterilen Mustafa Kemal, kendi adını taşıyan belgeselde bu şekilde canlandırılmamış; sadece elleri gösterilen, yazı yazan veya zeybek oynarken çizmeli bacakları görülen biri olarak yansıyor perdeye; Nutuk’u yazmaya başlaması ile tüm bedeni ile gösterilen, canlandırılan Mustafa Kemal yine bir kişi olarak gösterilmekten sakınılan biri, ya omuzdan, amorsdan gösteriliyor veya tamamen sırtını veya gölgede bırakılmış yüzünü görebiliyoruz. Bu bir yöntemdir kuşkusuz, ama gerçek yüzünün sadece fotoğrafları ve belge filmleri ile verilmesi -ki bunların bir çoğunun herhangi bir yerde bulunması mümkün iken- ve bununla yetinilir gibi, araya belgeseli dramatikleştirirken canlandırıcı oyuncu kullanılması bu sahnelerin inandırıcılığını mümkün kılmıyor.

    Yabancı filmlerde ne kadar kullanıldığı hakkında yeterli bilgimin bulunmamasına rağmen, bir kısmının ülkemizde çevrildiği Peter Collinson’un You Can’t Win ‘Em All / Paralı Askerler filminde üçüncü sınıf bir oyuncu tarafında oynandığı gazetelerimize yansımıştı.

    Mustafa Kemal’in “öykü” kahramanı / kişisi olarak kullanılmamasının yanında, “adı” da filmlerimizin isimlerinde yer almaz -alması da zorunlu değildir zaten- yalnız iki filmde kullanılır: Lütfi Akad’ın 1952’de Kanun Namına’dan hemen sonra yaptığı filmin tam adı Atatürk’ün Casusu İngiliz Kemal Lavrens’e Karşı’dır. Fakat nedense “Atatürk’ün Casusu” kısmı hemen bir çok yerde kullanılmaz. İkinci kullanımı ise 1959’da yapılan Nusret Erarslan’ın O’nun Süvarisi’dir. Görüldüğü gibi burada da “O” olarak örtülü bir şekilde kullanılmıştır.

    Mustafa Kemal hakkında pek çok kitap (lehde ve aleyhde) yazılmış, son yıllarda ağırlıklı olarak televizyonlar için belgeseller yapılmıştır. Mustafa Kemal gibi bir kişilik için yapılanların yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Hele vizyonda bulunan Mustafa belgeseli için bu güne kadar yapılanları sonlandırdı demek hiç mümkün değildir. (Filmin Antalya Festivali sırasında galasının yapılmasından sonra yapılan televizyon programlarında buna benzer bir takım sözlerin edildiğini hatırlıyorum, yanılmış olmayı dilerim.) Mustafa Kemal gibi karizmatik bir kişiliği tüm yönleri ile anlatacak bir çalışma yapmak, kitap olsun, film (dramatik veya belgesel) olsun hayli kapsamlı olacaktır ve yinede eksik kalacaktır. Çok yönlü ele alınacak bu tip karizmatik kişiler için, süresi de kısıtlı bir çalışmaya kalkışıldığı zaman, başlangıçta o kişinin hangi özelliğinin ön plâna çıkarılacağı baştan belirlenmelidir. Can Dündar’ın televizyonlarda yaptığı konuşmalarda da belirttiği gibi, yalnızlığının altının çizildiği öne çıkıyor bu çalışmada. Mustafa Kemal gibi bir kişiliğin yalnız olması karizmasının bir gereği olmak gerekir; bu yalnızlık kimsesizlik demek değildir doğal olarak. Ama daha Harbiye günlerinde ülkenin (600 yıllık bir imparatorluk, toplum olarak gerek bu topraklarda veya geldiği diğer topraklarda bir o kadar daha eskiye varan tarihe sahip birtopluluğun “ulusun” ) durumunu hep düşünmüş, getirildiği çıkmazdan kurtulması için çözümler aramış bir kişinin, gündelik yaşamın hay huyu içinde günlük yaşaması beklenemez. Bu zaman zaman yalnızlığı gerekli kılacak bir çabayı da beraberinde getirir. Belgeselde belirtildiği gibi, koşulların getirdiği noktada, yalnızlığı tercih etmesi ve kaderine baş kaldırma isyanının getirdiği bir neden sonuç ilişkisi değildir, daha ileride yaşayacağı yalnızlık. Ülkede zaten var olan bir çözüm arama galeyanı bir çok kişide belirli kanallara oturmaz iken, Mustafa Kemal’de daha o zamanlar çözümlere ulaşmış; gayet iyi özümlediği Fransız İhtilali Kebirinden edindiği öğretiyi, Namık Kemal ve Tevfik Fikret’in sesleri ile duygusal plânda da geliştirmiştir. Ama, Namık Kemal’in “Düşman dayamış bağrına hançerini / Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini” dizelerine “Düşman dayasın bağrına hançerini / Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” dizeleri ile cevap vererek de, yakınmanın (ah vah’ın) çare olmayacağını belirtmiştir. “Bahtı kara maderini” kurtarmak için, girişeceği mücadelede, duygusal birikimi yanında, tarih (ve strateji) bilgisini de kullanmıştır, bu yöntemi gerek daha sonraki yıllarda gerek savaşı sırasında gerek savaşından sonra -asıl kazanılması gereken savaşta- kullanırken de yalnızlık içinde olacak, çevresindekileri ikna ederek devrimlerini -belgeselde de sözü edildiği gibi “not ettirdiği aşamaları”- gerçekleştirme uğraşı verecektir. Doğal olarak, yapmak istedikleri (ve yaptıkları) not ettirilenler kadar değildir.

    Yalnızlığı yanında, içki ve sigara içtiği, yabancı basından yapılan alıntı ile diktatör olduğu, heykellerini yaptırarak, kendini adeta putlaştırdığı, kadınlarla ilişkileri, mücadeleye beraber başladığı arkadaşlarını zamanı gelince tasfiye ettiği, -devrimin evlâtlarını yediği- ve onca mücadeleden sonra her şeyi bırakıp gitme (belki bıkma/usanma) arzusunun altı çizilerek anlatılmasına rağmen, bunlardan daha önemli bir çok eylem/devrim yaptıran karizmasının üstünün örtülmesi, belgeseli Mustafa Kemal hakkında hiç de yeni bir şey söylemeyen bir çalışma düzeyinde bırakıyor. Ağırlıklı olarak yalnızlığının ön plâna çıkarılıp, daha çok kişisel zaaflarının sıralanması, diğer yönlerinin ele alınacağı daha pek çok belgesel veya dramatik yapıtın yapılmasına neden olmalıdır.

    / Metin Erksan, Atatürk Filmi isimli kitabını “…Atatürk Filmi’ni en iyi yaratacak olan yapmalıdır. Bir kez daha söylüyorum, bence bu yaratıcılar Amerikan sinemacılarıdır. Bu büyük işi ancak Amerikan sineması yapar” sözleri ile bitiriyor. Sn. Erksan 1989’da yayınlanan kitabında öne sürdüğü bu fikrini halen koruyor mu bilemiyorum ama, bu düşüncesine hiçbir zaman katılmadığımı -o zaman okuduğumda da, şimdi Mustafa filmini seyrettikten sonra da- belirteyim. (Atatürk Filmi – Metin Erksan / Hil Yayınları – 1989) /

    (09 Kasım 2008)

    Orhan Ünser

    Gölge Dergisi Metin Demirhan’ı Anıyor

    Gölge e-Dergisi’nin yeni sayısında geçen yıl bu zamanlarda kaybettiğimiz kült filmlerin unutulmaz seyircisi, sinema yazarı ve karikatürist Metin Demirhan anılıyor.
    Orkun Uçar, Serdar Kökçeoğlu, Ege Görgün, Can Evrenol, Mehmet Korkut Öztekin, Murat Tolga Şen ve Cihan Demirci yazıları ve anıları ile Demirhan’ı selâmlıyorlar. Ayrıca Murat Tolga Şen, Popüler Türk Sineması’nı yazdı. Hasan Nadir Derin, Oliver Stone sinemasını inceledi. Barış Saydam, Genova filmini Gölge için inceledi. Hasan Nadir Derin de Antalya Film Festivali’nin vizyon şansı bulamayabilecek filmlerini Gölge için izledi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Kapak fotoğrafına haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gölge Dergisi Metin Demirhan’ı Anıyor yazısına devam et
  • Kurumsal Film Festivali 2008 Sonuçlandı: Pfizer Türkiye’nin Fantastik Filmine 2 Ödül Birden

    Pfizer Türkiye, bu yıl 18 firmanın yarıştığı Kurumsal Film Festivali’ne Kurmaca ve Reklam kategorilerinde 2 ayrı filmle katıldı. Yönetmen, yönetmen yardımcısı, senarist, yapımcı, sanat yönetmeni ile figüranlar da dahil olmak üzere 50 Pfizer çalışanının görev üstlendiği Persona adlı film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödüllerini kazandı. Filmlerin senaryosu, şirket içinde yapılan fikir yarışması ile belirlendi. Ödül Töreni 25 Ekim 2008 Cumartesi gecesi Maslak TİM’de gerçekleştirildi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kurumsal Film Festivali 2008 Sonuçlandı: Pfizer Türkiye’nin Fantastik Filmine 2 Ödül Birden yazısına devam et
  • Modern Zamanlar’dan Altın Portakal 2008 Özel Sayısı

    Modern Zamanlar Sinema Dergisi’nin Altın Portakal 2008 temalı 8. sayısı yayınlandı. Dergide, yönetmenlerle özel söyleşilerin yanı sıra, Agâh Özgüç ve Yılmaz Atadeniz’le yapılan görüşmeler, Avrasya’ya dair izlenimler ve belgesel ile kısa filmler üzerine inceleme yazıları yer alıyor. Yayın hayatını Antalya’dan sürdüren ve 2007 yazından bu yana 8 sayı yayınlayan Modern Zamanlar’ın editörlüğünü Tuncer Çetinkaya, yayın danışmanlığını Veysel Atayman ve Agâh Özgüç yapıyor, Yayın Kurulu’nda ise Mesut Kara, Gülseren Şendur Atabek, Ahmet Açan ve Akın Yıldız gibi önemli isimler bulunuyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Modern Zamanlar’dan Altın Portakal 2008 Özel Sayısı yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu