Korkut Akın

(Film Eleştirileri)
Eskişehir, İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema TV Bölümü mezunu, İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansı yaptı, İşletme İktisadı Enstitüsü’nde de ihtisas. Yeşilçam’da reji asistanlığı ve senaryo yazarlığı ile başladı, televizyonlarda kültür … Devamı…»

*****

Dışı Seni Yakar, İçi Beni: Dublör

Sinemada veya televizyonda görünmeyi herkes ister. Hem biliyorsunuz, dünyanın en kolay işidir yönetmenlik, değil mi? Yönetmen de olabilirim, oyuncu da… Herkesin gönlünde yatan bu mesleğin; içine girdiğinizde nasıl çetrefilli, nasıl zor olduğunu, nasıl süreç istediğini, zaman ve zemin tanımadığını, gecesi gündüzü bulunmadığını anlıyorsunuz. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” sözü boşuna söylenmemiş… Şimdi, “Dublör”ü bir yana bırakıp o zorluğun, o sıkıntılı sürecin nasıl olduğuyla başlayalım: Tam sırası.

Sinemanın ilk yıllarında yönetmen yokmuş; işi, ilişkileri koordine eden biri varmış ve o neredeyse her işi çözümlüyormuş. Zaman içerisinde işin içine estetik kaygıları da katan kişi(ler) yönetmen olmuş; zaten yönetmen sineması da öyle çıkmış ortaya. Buraya kadarı tamam. Zaman geçip teknoloji geliştikçe ekipler kalabalıklaşmış, işler birbirinin içine geçmiş, ekipler ayrışmış, her ekibin bir başı olmuş (şef) ve işler eşgüdümle yapılmaya başlanmış. Senaryo yazandan tutun da ışıkçısına, montajcısından tutun da filmin yapım aşamasında görev alan herkes elbirliğiyle bu işin başarısı için çalışmaya başlamış. Bugün “Yedinci Sanat” dediğimiz sinema, böylece herkesin gönlünde taht kurmuş ve gözdesi olmuş.

“Dublör”ü ilk çeyrek bölümünde, tam da bu nedenle çok sevdim. Öyküsünü, mesajını koyun bir tarafa… Sinema Televizyon okullarındaki öğrenciler için müthiş anlamlı ve güçlü bir ders bu açıdan bakınca. Yapımcıyla yönetmen, kameramanla ışıkçı, bilgisayar başında görev yapanla set ekibinin her an her şekilde bir isteği, yapması gereken bir iş var. Zamanında ve yerinde yapılmazsa sonucun hüsran olacağını kabul etmelisiniz. Bir kişiyle sınırlı değil ki (bir yazar veya ressam tek başına üretiyor; oysa sinema hem ekip işi hem de bir endüstri) koca bir ordu çalışıyor kameranın arkasında. Yani, yapılan iş “ne olacak ben de yaparım” denilebilecek kadar küçümsenemez. (Burada aklıma Kenan Evren geldi, resim yapmaya soyundu bir zamanlar, “Ne olacak ben de yaparım o resimlerden” demiş ve tuvalin önüne geçmişti. Rant peşinden koşanlar, yalaka takımı avuç dolusu para sayıp satın aldı resimlerini. Devran dönüp de forsu sönünce, beş para bile etmedi o resimler.)

İzle, mutlu ol, unut

Filmden çıkarken bir arkadaşım, “Dublör”ün gerçekten keyifli bir aksiyon, güçlü bir komedi, adrenalin dolu heyecan yüklü olduğunu belirttikten sonra, “izle, mutlu ol, unut” diye özetledi. Sevimli bir çift, müthiş bir prodüksiyon, hoş bir komedi, iyi bir mizah, sürükleyici bir aksiyon filminde biz izleyicileri de taşıyor iki saat boyunca. Sürenin uzunluğunu hiç fark etmiyorsunuz.

Yönetmen David Leitch’in gençliğinde dublörlük yaptığını biliyorduysanız, filmin albenisini baştan kabul edersiniz. Daha önceki filmlerinde sürükleyici ve aksiyon dolu sahnelerle duygusal sahneleri çok iyi harmanladığını bilirsiniz. Başından bir kaza geçen Dublör Colt Seavers (Ryan Gosling), sevgilisi ilk filmini çekecek olan Jody’yi (Emily Blunt) için yeniden setlere döner. Filmin yapımcısı Gail (Hannah Waddingham), çıkarları için filmin asıl oyuncusuyla bambaşka bir iş peşindedir. Amacını anlamışsınızdır, hem para kazanacak hem de Colt’tan kurtulacaktır.

Gerçekten keyifli bir film, seveceksiniz.

26 Nisan’dan başlayarak gösterimde…

(24 Nisan 2024)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

*****

Her Savaş Yıkımdır, Ölümdür: İç Savaş

Savaşlar neden çıkar? Örneğin siz, neden savaşırsınız (veya neden savaşa karşısınız?) Ülkeler arası savaşlar, iki ülkenin egemenliğini belirlemek için çıkarılırken iç savaşlar kimin egemenliği için çıkıyor? Benzeri onlarca soru sorulabilir. Ütopya güzellikleri, mutlulukları, ferah bir yaşamı anlatıyorsa distopya tam tersine, şiddeti, çirkinlikleri, zorlukları ve daha da kötüsü “yaşamın bitişi”ni anlatıyor. Bu kez “İç Savaş”ta, aslında pek de uzak görünmeyen bir gelecek anlatılıyor ve tabii, distopya.

Alex Garland, yeni filmi “İç Savaş”ta, ABD’nin 19 eyaletinde başlayan ve giderek ülkeyi saran bir öngörüyü yazmış ve çekmiş. Film ve öyküsü, aslına bakılırsa hiç de hayal gibi gelmiyor, “olmaz” dedirtmiyor. Çok değil, birkaç yıl önce yaşananları aklınıza getirdiğinizde küçük ama etkili “provaları”nın yaşandığını anımsarsınız.

Gazetecilik öyküsü…

Film, üç gazetecinin savaşın ortasında başkente, Beyaz Saray’a ulaşıp Başkanla röportaj yapması isteği aslında. Film, sadece bu üç gazeteciye değil, savaşın önlenemez kötülüğüne, yaşamı yerle bir edişine, insanların (ayrımcılık ve ötekileştirmenin de yükselmesiyle) öldürülüşüne odaklanıyor.

Savaş neden çıkmış, şiddet neden bu kadar yükselmiş, savaşmayan eyaletlerde yaşam nasıl sakin kalabilmiş gibi soruların yanıtlarını izleyici kendisi verecek, vermeli, çünkü Alex Garland buralara hiç değinmemiş. Sadece Başkanın, “vatan bölünmez, bayrak inmez” sözünü duyuyoruz. Sahi, bu söz bizde de çok kullanılıyor. Geleceği mi gösteriyor dersiniz?

Üç fotoğrafçı ve iki muhabir, haber atlatmak niyetini de barındıran bir zorlu yolculuğa çıkıyor. Savaş fotoğrafçısı Lee, (Kirsten Dunst), savaş muhabiri Joel (Wagner Moura), yaşlı muhabir Sammy (Stephen Henderson) ile savaş fotoğrafçısı olmak isteyen Jessie (Cailee Spaeny) hem birbirlerini korurlar hem de yıllarca benzer cephelerde benzer olaylar içinden geçtiklerinden duygularını yitirmiş gibi gözükseler de içten içe savaşa lanet okurlar.

Savaşın kötülüğü…

Esir alınanların neden işkence gördüklerinin yanıtı yoktur, aslında savaşın da yanıtı yok ya… Askerler sırf renginden ötürü, farklı ülkelerden geldikleri için, sadece karşı tarafta bulunmaları nedeniyle acımasızca öldürüyor insanları. Şu an dünyanın birçok bölgesinde çeşitli savaşlar yaşanıyor; insanlar ölüyor, öldürülüyor… hiç sordunuz mu: Neden? Ukrayna – Rusya, Filistin – İsrail, Azerbaycan – Ermenistan (aslında değil ama) diyelim ki iki ülke arasındaki savaşlar… Peki Suriye’deki, Irak’takiler? “İç Savaş” filmi Amerika’yı anlatıyor diye bizim hiç umursamamamız mümkün mü? Savaş burnumuzun dibinde.

Film savaşın acımasızlığını, olağanüstü siyah beyaz fotoğraf kareleriyle de destekliyor. Bir küçük ayrıntı, ilginç kuşkusuz, film kullanıyor Jessie. Evet, evet, eskiden banyo edilen, karta basılan negatif film çekiyor. İyi bir gönderme… Yakın plan savaş görüntüleri ve kurgusu çok güçlü filmin bir artısı da o duyguyu yükselten müziği…

19 Nisan’dan başlayarak gösterimde…

(17 Nisan 2024)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

*****

DİĞER YAZILARI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu